29 Aralık 2010

Fındıkkıran Balesi


Fındıkkıran Balesi (Nutcracker) Noel’in olmazsa olmazlarından. Kızların devam ettiği dans okulunun da Fındıkkıran balesinin özeti olabilecek gösterisi, uzun sure dikkatini toplamakta zorlanan çocuklar için kaçırılmaz bir fırsattı. Defne 1 saatlik performansın ilk yarim saatini başarıyla seyretti, ikinci yarim saati için bol bol motivasyona ihtiyaç duydu.

Gene gösterinin sonunda Noel Baba’nın klasik ziyareti çocukları mutlu etti.

Gösterinin tamamını seyredebilecek yaşa geldiklerinde, onları, San Francisco’nun meşhur Fındıkkıran şovuna götürmek için sabırsızlanıyorum.

28 Aralık 2010

Noel Treni

Bu sene, bu dönemi her zamankinden daha güzel geçirmeye niyetlendim. Noel’e özel aktiviteler diyebileceğim aktivitelerle, bu mevsimin güzelliklerini tadabildiğimiz kadar tatmaktı kararım. Bu nedenle bir dolu güzel aktiviteye kaydoldum. İlk aktivitemiz ışıklı Noel treni ile bir geziydi.

Noel için özellikle süslenmiş, ışıklandırılmış tarihi trenler yaklaşık 2 saatlik bir tur yapıyor. Soğuk olmasına rağmen, gurup kararı ile dışarıda oturmayı tercih ettik. Sarınabildiğimiz kadar sarınıp, kurabiye, sıcak çikolata ve güzel Noel şarkıları eşliğinde unutulmaz bir gezi yaptık. Gezi sırasında, Noel Baba’nın ziyareti minikler kadar bizleri de keyiflendirdi.

Genellikle bu tarz aktiviteleri birleştirebileceğim başka bir
aktivite varsa bağlantı kurabilsinler diye sıralı yapıyorum. Mesela bu geziden önce, “Polar Express” filmini izletmekti
düşüncem. Öncesinde zamanımız kalmayınca, önceden de izlemiş olduğumuz bu filmi hatırlatıp, gezi sonrasında da ilk fırsatta izlettirdim.

Bir Aile Geleneği

Noel’in yaklaştığı günlerde diğer kültürlerden gelenlerin özel günlerine haksızlık olmasın diye bol bol geleneklerden konuşuluyor. Yasemin’in sınıfında her gün hayali bir uçağa binip, bir ülkeye uçtular ve oranın adetlerinden konuştular. Son hafta ise herkes kendi aile geleneklerinden bahseden bir sunum yaptı. Konu seçimi sırasında, Yasemin, “Ben bizim sonbahar aile yürüyüşümüzden bahsetmek istiyorum, benim en sevdiğim o!”, deyince çok heyecanlandım. Kendi kendimize yarattığımız ve onlarında farkına vardığı bir aile geleneğimiz vardı demek.

Her sene, sonbaharın sonuna doğru, doğa burada kırmızı bir renge bürünür. O kadar güzelleşir ki buradaki ağaçlar yapraklarını dökmeden önce, biz bu güzelliği içimize iyice sindirmek isteriz. Bu nedenle, soğuk rüzgarlar başlayıp da, artık iyice ölmüş yaprakları uçurmadan, ailecek bir park seçer ve ziyaret ederiz. Biraz çocukların istediği yöne, biraz kendi yönümüze savruluruz. Sorunlarımızdan kaçıp, kendi oluşturduğumuz mutluluğun arkasına saklanır, bundan da afacan bir keyif alırız. Bu günü heyecanla beklediğimizden öncesinde konuşuruz: “Yapraklar kızarmaya başladı, çok yakında…”. “ Hım iyice kızardı dökülmeden, rüzgarlar başlamadan, güneşli bir havada yapalım…”. Günü seçip de, her şey denk düşünce, çocuklarda bizimle sevinçle yola koyulurlar… Bizim doğaya çevrili bakışlarımız, onlarında merakını uyandırır, bir yapraktan diğerine koşup, heyecanlı çığlıklar atarlar, ellerimiz yapraklarla dolar…


İşte Yasemin bu sene, tüm geleneklerin üzerinde bundan bahsetmek istedi. Sonra biraz konuşup, 23 Nisan Çocuk Bayramı’nı anlatmasında karar kıldık, ama bizim aile geleneğimizin ağır basmasına da içten içe gururlandım.






10 Aralık 2010

Teşekkür


Kasım ayının sonunda burada Şükran Günü (Thanksgiving) kutlanıyor. Bu kıtaya gelen ilk göçmenlerin, ilk hasatları sonrası verdikleri ziyafet kutlamasına dayanan bir gelenek. En sevdiğim geleneklerden birisi benim. Bir kere bilincimizi sahip olduklarımıza çevirip, ne kadar şanslı olduğumuzu hatırlatıyor. Ruhumuza direk bir pozitiflik getiriyor. Sonra sade bir kutlama. Kutlama şekli sevdikleriniz ve güzel bir ziyafet sofrasından fazlası değil. Ne hediye alıyorsunuz, ne bir başka koşturmacası var.

Gecen sene Yasemin hazırlık sınıfındayken bir mum hazırlamışlardı. Öğretmenleri bu mumu yakacaksınız, ailecek oturacaksınız ve mumu elden ele geçireceksiniz, mum kimin elindeyse, hayatında nelere sahip olduğu için teşekkür ettiğini söyleyecek demişti. Öğretmen dedi ya, hemen görevimizi yaptık ve benim unutamadığım bir aile hatırası oldu. Bunu, bir gelenek olarak, bu senede sürdürmek istedim. Ama bazen her şey istediğiniz gibi olmuyor, denk düşüremiyorsunuz, çocuklar beklediğiniz tepkileri vermiyor, sizin değerlerinizi kavrayamıyorlar, bazen eşinizi bile uydurmak zor olabiliyor..

Şükran gününün bir gün öncesinde, ailecek kendimize konsantre olabileceğimiz, minik bir şükran günü yemeği hazırladım. Sonrasında, kabaklı tatlımızı yiyip, geleneği sürdürmek vardı aklımda. Kimse ilgilenmedi ne yazık ki. Ne yapacaksınız, her seferinde elinize değneği alıp, herkesi zorla kendinize uyduramazsınız ki, bazen akışa bırakıyorsunuz, uygun zamanı bekliyorsunuz. Uygun zaman, ertesi gün arabada, Şükran Günü yemeği için dostlarımıza giderken geldi. Şükran Gününü buraya taşındığımız seneden itibaren hep ayni ailenin davetlisi olarak geçirdik. Hatta ilk katılımımızda, Yasemin’e hamileliğimin ikinci ayındaydım. Bu sene 6 yaşında, yine aynı evde geçirdik. Arabada herkese sordum: “Simdi söyleyin bakalım, neden şükran dolusunuz, niçin teşekkür ediyorsunuz Allah’a?” . Baba, “ Sizler için.”, dedi. Ben de ona katildim doğal olarak, “Birlikte olduğumuz için, sağlıklı olduğumuz için”, dedim. Defne’nin cevabi gene tahmin edilemezdi. “Tekrar anneannemi görebileceğim için.”, dedi. Yasemin “Senin gibi hep bizim isteklerimizi yapmaya çalışan, ilgili ve yetenekli bir annem olduğu için ve Defne ve babam için.”, diye ekledi. Sonra hepimiz sustuk. Akıllarımızda dillendirmediğimiz ama teşekkür dolu olduğumuz uzun listelerimiz, yüzlerimizde tebessüm…


(Hindi, Defne’nin okulda yaptığı çalışmanın, evde yeniden uyarlaması. Elma, kürdan ve şekerlemelerden..)

07 Aralık 2010

Rapunzel


Aylardır bekliyorlardı, bizde bir süredir götürmek istiyoruz, nihayet bu Pazar günü hastalığımızı, yorgunluğumuzu, işlerimizi bir kenara koyup, kızları Rapunzel’e götürdük. Kocaman mısırımızı aldık, 3 boyutlu film için gözlüklerimizi taktik ve ailece keyifli bir 1,5 saat geçirdik. Bir kere daha emin oldum ki, çocuk filmlerini Disneyland yapmalı. Bir tek onların büyülü dünyası yaratıyor o alıştığımız sihiri.

Benim anne olarak tek tereddüdüm, filmde gerçek olmayan annenin “Anne her şeyin doğrusunu bilir!”, diyerek Rapunzel’e haksız baskı yapması, zamanla buna karşı çıkan Rapunzel’in annesi olduğunu sandığı kişinin yalan söylediğini keşfetmesi. Çocukların kafalarında, "Annene bile güvenme imajı yaratır mı acaba?”, diye düşündüm. Her ne kadar sorgulayan, akıllarına yatmayan şeyleri kabul etmeyen kişilikler olsunlar istesek de, bu yaşta değil tabii. Hazır olduklarında… Öyle bir şey anladılar mı diye biraz sorular sordum ama hiç o konuya değinmediler. Gene de fark etmiş olsalardı, cevabım hazırdı, gerçek annesi değildi ki Rapunzel’e zarar veren, yalanlar söyleyen. Gerçek anneler (umarım ki) asla çocuklarına kötülük yapmaz.

Çok güzel bir Rapunzel yorumuydu, tavsiye ederim.

(Resim Yasemin’in Rapunzel yorumu.)

19 Kasım 2010

Bir Kitap, Bir Hisse


Uzun zamandır bir köşeye bırakmak zorunda olduğum eski heyecanlarımı tek tek hayatıma çekiyorum gene. Bunlardan birisi kitap okuma sevgim. Bu satırları yazana kadar bahsedeceğim kitaptan sonra, iki kitap daha bitirdim. Yine de bu kitapta beni etkileyen bir cümleciği unutamadım, sizinle paylaşmadan edemeyeceğim.

Kitabi Türkçe’ ye çevirdiler mi bilmiyorum. The Help, Kathryn Stockett . Güney’de zencilere karşı yapılan ırkçılık üzerine bir kitap. 1960’larda geçiyor. Çok okuduk, izledik ama bu kitap değişik bir yönünü irdeliyor. Beyaz bebeklerin, zenci bakıcılarını. Kitabin kahramanlarından olan bir zenci kadın kendi kendine düşünüyor: “ Bu kadar çok sevdiğimiz, günün büyük bölümünü bedenimize yapışık olarak geçiren, ancak tenimizin kokusuyla, sıcaklığıyla sakinleştirdiğimiz bu melekler nasıl oluyor da bir gün büyüyüp bizimle ayni tuvaleti, ayni masayı, hatta ayni dolabı paylaşamayacak kadar bizden nefret ediyorlar?”

Bu eğitimsiz, ama hayattan gördüklerini yorumlayıp bilgiye çeviren, bilge zenci kahramanın çok güzel belirlemeleri var kitap boyunca. Bu belirlemelerden birisi var ki her gün aklımda, her gün kullanıyorum. Gün boyunca zenci dadısına bıraktığı 2 yaşlarındaki kızına, bakmak zorunda kaldığı zamanlarda, kızından sürekli yakınan ve aptallığından şikayet eden beyaz annesine içerleyen dadı, kendi kendine sorar: “ Sürekli annelerinden negatif eleştiriler alan bu kızlara, ben sürekli iyi şeyler söylersem nasıl bir sonuç alınır, nasıl bir kadın, insan yetişir? Ben ekliyorum nasıl bir toplum, nasıl bir hayat meydana getiririz? Farkında misiniz toplum bireylerini yetiştiren bizler, anneler sorumluyuz gelecekten. O günden başlayarak, hep güzel sözler söyler dadı miniğe. Bende şimdi her fırsatta, ama özellikle sinirlerime hakim olamayıp eleştirip, söylendiğimde çocuklarıma, hemen tekrarlıyorum kararlılıkla. “Sen çok güzelsin, çok akıllısın, çok yeteneklisin, çok iyi kalplisin, çok dürüstsün, sen olmasını istediğim her şeysin….”

17 Kasım 2010

Bugün Bayram


Bayram anılarımı düşündüğümde, gözümün önünde canlanan ilk anılar, tatili fırsat bilip şehirden kaçışlarım değil. Günlerce sevip okşadığım hayvanlara, acı çektirilmesini hiç sevmezdim, günlerce ağlardım ama, aile büyüklerini ziyaret edişlerimizi, tüm kuzenleri bir arada görmemizi, heyecanlı kucaklamaları, çay kokularını, tabak çatal seslerini halen keyifle hatırlarım. Sadece bayramlarda kullanma fırsatım olduğu askılı çantamı sık sık açar, topladığım paraları sayar, sekerlerimi kontrol ederdim. Bugün halen bu anılar içimi ısıtıyorsa, yüzümde bir gülümseme oluşturuyorsa, bu değerli anılardan çocuklarımın da olması gerekir diye düşünüyorum. Bu anıların zamanı şimdi, sonra geç olacak. Evet onlar bizim topraklarımızdan uzakta, başka topraklarda büyüyorlar, bu toprakların gelenekleriyle yoğuruluyorlar, ama bunlar onların atalarının, anne ve babalarının alışkın olduğu, coşkuyla katıldığı gelenekler değil, bu nedenle eksik kalacaktır diye düşünüyorum. Onları bütünleyecek olanlar atalarının gelenekleri.

Şimdiye kadar burada bayramlarımız bir telefon konuşması kadardı. Annemlerle konuşurken... Telefonda bayramlaşıyoruz, kimleri gördüklerini anlatıyorlar, selamlarımı, en yeni haberleri alıyorum. Kızlar okulda değil ise onlarda konuşuyorlar. Telefonu kapatmam ile bayramımız sona ermiş oluyor. Bazen buradaki Türk ailelerle bir restoranda yemek yiyoruz. O vakit genelde çocuklara küçük hediye paketleri hazırlıyorum.

Bu sene bayram hafta arası, şükran günü tatiliyle de çakıştı, herkes tatil hazırlığında. İçim rahat etmedi, ailecek bir Iran restoranında yemek yedik, adet olduğu üzere et,pilav ve ayran ile. Öncesinde ise onlara bayram hediyeleri aldım. Noel gibi heyecanla beklesinler, hatırlasınlar bayramlarını diye. Elimizi öptüler heyecanla, hediyelerini ve harçlıklarını almak üzere. Yüzlerindeki mutlu ve huzurlu ifade “Bugün Bayram” dedirtiyordu.

12 Kasım 2010

Prenses Dönemi Bitiyor mu?


Yasemin, kendisi seçmeye başladığından itibaren, hep bir prenses karakteri seçti kendine, Cadılar Bayramı için. Önce Ariel, Küçük Deniz Kızı idi, sonra Külkedisi, sonra Pamuk Prenses. Bu sene ilk kez farklı bir karaktere büründü. Bu sene leopar kızdı o. Bir kere daha verdi bana büyüyor olduğu sinyallerini. Hayatında bazı şeylerin değiştiğinin habercisi gibi. Defne ise gökkuşağı perisi oldu. Bana göre bir melekti.

Yasemin Cadılar Bayramı okul yürüyüşünde yalnız kalmadı. Babamız izin aldı ve o katıldı kızının yürüyüşüne. Defne’nin yürüyüşünde ise ben yıllar öncesinde gibi idim. Yasemin iki yıl yürüdü ayni yerde, bende ona el salladım ayni köşeden, resimlerini çektim aynen Defne’ninkini çekiyor olduğum gibi. Şimdi tecrübeli bir anneyim artık, Yasemin’de ne olacak, sırada ne var bilemiyordum. Şimdi biliyor olmanın rahatlığı var hareketlerimde. Defne hep yürüyüşlere katılıyormuş gibi, öyle rahat, öyle uyumlu ve mutlu idi. Önce ürkek bakıyordu el sallayan anne babalara sonra beni gördü rahatladı, pozlar vermeye başladı. Yürüyüşü takip eden sınıf partisinde de çok iyi vakit geçirdik kızımla. Birlikte oyunlara katildik, ödüller kazandık.

Defne’nin partisinden sonra Yasemin’in sınıf partisi hazırlıklarına koştum. Bir iki gönüllü anne ile sınıflarını süsledik. Sonra onu izledim sınıf aktivitelerinde.

Yasemin bu sene benimde kostüm giymemi çok arzu etti. Bense bir turlu kendime bir şey beğenemedim, vaktimde olmadı bakmaya. Son gün arkadaşlarımızla buluşmaya karar verince şeker toplamak için, son anda gidip aksesuarlar aldım. Kendimi bir cadıya benzetmeye çalıştım. Hazırlanıp karşılarına çıkınca heyecanlandım, nasıl olmuşum, neyim ben deyince ikisi birden aydınlık yüzleriyle atladılar kollarıma. “Cadısın sen, cadı olmuşsun! Bizde bizde sana benzemek istiyoruz, seneye bizi de senin gibi yapar misin?” dediler. Oh dedim beğendiler, daha iyi bir iltifat düşünemezdim. Onlar mutlu, ben mesut düştük yollara. Gelen çocuklar elleri boş dönmesin diye, kendi kapımıza şeker asmayı unutmadan.

27 Ekim 2010

Sünger Kafa Canavarlar
















Pazar günü, yağmur dolayısıyla tüm gün evde kapalı kalınca, Cadılar Bayramı için bir aktivite yaptık. Bizimkisi geçen sene indirimden aldığım bir hazır setti ama sünger, pipet ve kağıtlarla, oldukça yaratıcı aktiviteler yapılabileceğini anlamış oldum. Hem kolay, hem eğlenceli.



25 Ekim 2010

Ekim

Ekim ayı okul aktiviteleri açısından en yoğun dönemlerden birisi. Hasat donemi aktiviteleri, cadılar bayramı ile sonlanıyor. İlk okul gezileri bu ayda yapılıyor. Birinci donemin sonuna yaklaşıldığından, veli toplantıları yapılıyor. İki çocuklu bir anne olarak ise bana, her ikisinin aktivitelerine nasıl yetişebilirim konusunda bol bol beyin jimnastiği yapmak düşüyor. Yasemin’in okul gezisinde Defne ne olacak, Defne’nin okul gezisinde Yasemin’e kim sahip çıkacak, bana çok problem oluyor.

Çözümler bulundu, okul gezileri tamamlandı.Defne bal kabağı tarlasına, Yasemin Hayvanat Bahçesine gitti. Şimdi bu Cuma okuldaki cadılar bayramı kutlamaları için karşıma çıkan tablo şu:

9.30 – 10.30 Defne’nin töreni (Sonrasında okul festivali ve sınıf partisi)
10.00 – 11.00 Yasemin’in töreni
10.30 - .. Defne’nin sınıf partisi
11.15 – 11.45 Yasemin’in sınıfının dekorasyonu için gönüllü çalışma
12.20 Yasemin’in sınıf partisi

İki yerde ayni anda olmam imkansız, Defne’nin ilk töreni olması dolayısıyla onunkine katılmayı planlıyorum. Sonra Yasemin’in sınıf partisine katılacağım. Çaresizliğime üzülüp, sıkıldığımda, desteğim Yasemin’den geliyor: “Git anne, Defne’nin ilk cadılar bayramı yürüyüşü!”. İçim eziliyor, ama başka çarem yok. İlk kez Yasemin’e bir töreninde annesi eşlik edemeyecek. Çocuğunuzun 23 Nisan gösterisine aileden kimsenin gitmediğini düşünün. Eşim son anda bir şey ayarlayamazsa, törende yalnız olacak. Benim olgun kızım, bu Cuma biraz daha büyüyecek.













11 Ekim 2010

Son Zamanlarda


Bazen işler yolunda gitmiyor. Okul açılır açılmaz, minik kızım, yılın ilk mikroplarıyla tanıştı. Önce bir mide virüsüne yenik düştü. Peşinden de krup(Türkçe sözlükte kuşpalazı, boğmaca tanımları veriliyor) oldu. 3 yaş ve altı için çok tehlikeli bir hastalık. Sakiniz çünkü bu ikinci tecrübemiz. Eğer çocuğunuz her zamankinden farklı bir tonda öksürüyorsa(köpek havlaması gibi..) lütfen hemen doktorunuza götürün ve krupsa mutlaka steroid isteyin. Krup genellikle yalnızca geceleri ortaya çıkıyor, gündüz tüm belirtilerin ortadan kalkması sizi yanıltmasın, çünkü her gece bir diğerinden daha ağır oluyor. Kruba neden olan virüsler, solunum yollarında enfeksiyon yaratarak, şişmesine neden oluyorlar. 3 yaş ve altının solunum yolları zaten henüz küçük olduğundan, kapanabiliyor ve ölümcül sonuçlar doğurabiliyor.

Ben, her ateşlenmede çocuğunu doktora koşturan, annelerden değilim. Ev yapımı tedavilere yakınım. Bu konudaki soğuk kanlılığım annemden geçmiş. İçin için telaşlanırım ama dışarıdan çok kontrollü olurum. Çocuğum anlamaz mesela telaşlandığımı, bu onlara da ayrı bir güven duygusu veriyor, durumlarını paniğe girmeden kabulleniyorlar. Çünkü, bence onlardan ne bekliyorsak o şekilde davranıyorlar. Ben, hastalandıklarında, onlardan serin kanlı,sakin ve dediklerimi yapmalarını bekliyorum, çokça öyle oluyor. Eğer önceden karşılaşmadığım bir durum söz konusuysa, ya da kuşkulandığım bir durum söz konusuysa hemen doktorla görüşmek isterim. Doktoru görme saatine kadar da internetten, evdeki kitaplarımdan okurum ki doktora en iyi şekilde yardımcı olabileyim, hiçbir gerekli detayı atlamayayım. Internet o kadar güzel bir şey ki, çoğu zaman kafamda bir teşhisle gidiyorum, bu teşhisi doğrulamak için gerekecek tahlilleri biliyorum. Son anda karar vermem gerektiğinde, bu hazırlık bana yardımcı oluyor. Ayrıca doktorlarda insan ve hatalı kararlar alabilirler, bu konuda anneler ne kadar bilinçli olursa, o kadar faydalı. Bu sayede bir kaç tehlikeli durumu zamanında yakalayarak kazasız atlattık. Bu düşünceler, bana başka bir anımı daha hatırlattı ama yazı çok uzayacak, onu da başka bir zamana anlatayım.

Uzun lafın kısası Defne ile sıkıntılı bir 5 gecenin ardından, o iyileşti, bu sefer Defne’yi krup yapan mikrobu Yasemin ve ben de kaptık. Bizde ayni etkiyi yapmasa da gücümüzü bir hayli düşürdü. Tekrar kendimize gelmeye çalışıyoruz.

25 Eylül 2010

Bloğumun 3.Yılı

Küçük bir kızken, kendi kendime geliştirdiğim bir oyunum vardı. Ben dergicilik oynardım. Kağıtlara resimler çizer, henüz yazmayı bilmediğimden altlarını yazıymış gibi karalar, hepsini bir araya getirir dergiler yapardım. Hayalimde ben bir dergi çıkarıyordum. Sonra biraz büyüyünce, tüm apartman çocuklarını da işin içine kattım. Evcilik değil, dergicilik oynardık. Gazeteciler, fotoğrafçılar(çizimcilerdi aslında) vardı. Ve biz harıl harıl apartmanın koridorlarında, saatlerce dergi hazırlardık. 2-3 yaşındaki resimlerime, filmlerime bakıyorum, koltuğumun altında hep bir dergi, boyama kitabi taşıyormuşum, bebek, oyuncak ayı değil. Şimdi sanırım bu blog o yıllardaki hevesimin de bir yansıması. Ve 3 yıl olmuş!

3.yılın şerefine olarak bu hafta limitli boş vakitlerimde çehresine çeki düzen verdim, içeriği için de planlar yaptım.

Google istatistiklerine göre:

Bloğum bu 3 yılda 1714 kişi tarafından görüntülenmiş.

En çok okunan yazı “İstanbul’da Çocukla Görülecek Yerler” 296 kere tıklanmış.

Onu “Bebekle Oynanacak Oyunlar” 244 , takip ediyor. (Bu da bana verdiğim bir sözü hatırlatıyor.)

Benim en sevdiğim yazı ise “İki Çocuk Annesi Olmak”.

3.yılımız kutlu olsun!

Okulda Başarılı Olmaları İçin Çocuklarımızı Duygusal Olarak Nasıl Destekleyebiliriz




Yukarıda gördüğünüz başlık, dün Yasemin’in okulunda katıldığım bir seminerin konusuydu. Kolayca kullanabileceğimiz bir iki yöntemden bahsettiler.

2 saatlik bir seminerdi, ben özet halinde benim en ilginç ve yapılabilir bulduklarımdan bahsedeyim.

Başlangıçta biraz beyin hakkında biyolojik bilgiler verdi konuşmacı. Konuyu anlamak açısından çok yardımcıydı. Kısaca beynin orta bölgesi ( Limbik Sistem) duygularımızı yönetiyor, uzun zamanlı hafızamız burada depolanıyor. Yüze yakın bölümü (Prefrontal Kortex) kısa zamanlı bilgileri depoluyor,dikkat, neden sonuç iliksisi, kontrol bu bölgede gerçekleşiyor, kısaca aktif öğrenme burada oluyor. Eminim bu bölümlerin sayfalarca anlatılabilecek bir sürü özelliği vardır ama benim için çarpıcı olan; Limbik Sistem, olumsuz duygularla dolduğunda, prefrontal kortex’in kendini fiziksel olarak kapatıyor olması. Yani korkarken, kendinizi güvende hissetmezken, kendinize güvenmezken öğrenemiyorsunuz. Fiziksel olarak mümkün değil. O zaman çocuklarımızın aktif bir öğrenme yapabilmesi için, duygularının dingin, sakin, huzurlu olması gerekiyor.

Seminerde çocukların olumsuz duygularını bertaraf edebilmek için iki yöntemden bahsedildi:

1- Dinlemek: Hiç yorum yapmadan, bölmeden, çocuğunuz rahatlayana kadar dinliyorsunuz. Onu anladığınızı ve sevdiğinizi gösteriyorsunuz.

Diyelim ki çocuğunuz ev ödevini yapmak istemiyor, mızıldıyor, ağlıyor, şikayet ediyor. Ona ödevini yapması gerektiğini gerekçelerini anlatıyorsunuz, ama o sizi dinlemek istemiyor, daha çok huysuzlanıyor, bir olay çıkarıyor. O zaman oturup neden yapmak istemediğini soruyorsunuz, onu gerçekten önemsediğinizi ve onun için üzüldüğünüzü gösteriyorsunuz. Belki konuyu anlamadı, belki öğretmeni onu olumsuz eleştirdi, kendine güvenini kaybetti, belki korkuyor ve siz onun hayatta güvenebileceği tek kişisiniz. Onun size bağırıp çağırması aslında sizden, ona yardım edebileceğini düşündüğü tek kişiden, yardım istemesi feryadı. Onu dinleyerek, sonrasında akıl vererek onun olumsuz duygularından kurtulmasını sağlıyorsunuz. Neticede kapanan öğrenme bölümünü yeniden açıyorsunuz. Her zaman kolay olmayabilir ama çocuğunuzun başarısı bu çabaya değer.

2- Özel Zaman: Her bir çocuğa özel zaman ayırmak gerekiyor. Özel zamanın kuralları şöyle. Bir çalar saat veya kronometreniz olacak ve kuracaksınız. Süre çocuğunuzun yaşına, çocuğunuzun psikolojik durumuna ve aranızdaki anlaşmaya bağlı. Başlangıç için 5 dakika önerildi. 15, 20, 30 dakikada olabilir. Çocuğunuz bu süre diliminde lider olacak. Aktiviteye ya da oyuna o karar verecek, siz sadece sizden yapmasını istediği şeyleri yapacaksınız. Yönlendirme yok, eleştirmek yok, akıl vermek yok, o patron sizde kurallara uyansınız. Siz sadece bol kahkahayı teşvik etmelisiniz, ekstra sıcak olmalı, bol göz kontağı kurmalısınız. Bu yöntem çocuğunuzla aranızda güven ve bağlılık oluşturmak için uygulanıyor. Kendi ve çocuğunuzun programına göre düzenli yapılması tavsiye ediliyor. Yalnız ihtiyaç hissettiğiniz her zaman ek yapabilirsiniz. Özellikle ödev yapmaya oturmadan önce çocuğu güzel mutlu edecek duygularla doldurduğundan, beynin öğrenme bölgesini açıyor ve özellikle tavsiye ediliyor.

Özel zaman için Yasemin’le geliştirdiğimiz yöntem gece o yatınca bir 5 dakika yatağına oturup, onun bana anlattıklarını dinlemek, ertesi günün planını yapmak ve onun isteklerini programa koymak şeklindeydi. Defne ile de benzer bir şey yapıyoruz. Şimdi buna ilave olarak yukarıdaki kurallarla özel zamanı uygulamaya başlayacağım.

Öğrendiklerim benim çok hoşuma gitti, umarım sizin de işinize yarar.

21 Eylül 2010

Okula Hazırlık


Çocuk eğitimi derslerinden birinde, sabahları okula hazırlık stresini azaltmak için kullanılan bir yöntem anlatmışlardı. Çocuğunuzla oturup, sabah okula hazırlanırken yapması gereken şeyleri konuşuyorsunuz. Sonra konuştuklarınızı, yaş grubuna göre anlayacağı şekilde resim ya da yazı olarak, yapması gerektiği sırada kağıda aktarıyorsunuz. Çocuğunuzun da bu şemaya katkıda bulunmasını sağlıyorsunuz.İşinize yarayacak tüm detayları(süre,saat) ekleyebilirsiniz. Bu şema sizin çocuğunuzla hemfikir olduğunuz bir anlaşma görevi görecek. Odasında rahatça görebileceği bir yere koyarsanız, yapacaklarını unuttuğunda, listeyi takip etmesini isteyebilirsiniz.

Ben konuştuklarımızı listeledim, Yasemin’de yanlarına resimlerini yaptı. İşte bizim çalışmamızın sonucu:

09 Eylül 2010

Neden Ağlıyorum?

Kendimi aptal hissediyorum. Hiç istemediğim şey. İnsanların beni zayıf halimle görmesi..Kim ister? Kadın ne dedi ki bana? Neden hiç tanımadığım bir insanin yanında göz yaşlarım beni dinlemiyor ve akıyor? Neden ağladığım için özür diliyorum? Şimdide koşarcasına bir yandan Defne’nin bebek arabasını itiyor, bir yandan bugün güneş gözlüğü takmadığım için sinirleniyorum. Bir şey olsun bu ağlama hissim dursun! Yoksa hıçkıra hıçkıra ağlayacağım.

Kızlar okullarına başladı iki hafta önce. Bırakırken iki yöntem var. Birçok insanin tercih ettiği gibi araba kuyruğuna girip, okulun önünde indirebilirim. Bu yönteme henüz ısınamadım. Ben korkunç bir kalabalıkta uzaklara park edip, Defne’de yanımda olduğu halde, dünyanın yolunu yürüyüp, kızımın elini tutarak sırasına kadar götürüyorum. Aynı şekilde de alıyorum, geri yürüyoruz arabamıza.

Dün ise değişik bir zaman uygulamasına geçtiler. İki gruba ayrıldılar, erken ve geç grup olarak. Geç grup 1 saat geç gidiyor, ve iki haftadır öğrendiklerinden değişik bir rutinle okula giriş yapıyorlar. Dün ilk günüydü, ben bile zorlandım. O hepten şaşkındı, okulu henüz tanıyamadı, sınıfını değişik bir yerden girdiğimizde bulamıyor. Kocaman bir okul bahçesi ve yüzlerce çocuk….

Okulun bahçesine sokmadılar beni bugün! Diğer çocukların güvenliği için büyükler içeri alınmıyor. İyide buradan Yasemin’in girmesi gerektiği sıra görünmüyor bile. O daha birinci sınıfta, bulamıyor. Beni engelleyen öğretmen, “Öğrenmek zorunda, ben onun yaşında otobüsden inip yolumu bulmak zorundaydım!” İşte orada telaşla yürüyen bebeğime bakıp göz yaşlarıma hakim olamıyorum. Fark edince daha da hassaslaşıp ağlamaya başlıyorum. Şimdiki gibi!?! Kadın bana ne dedi ki! “Özür dilerim, ben ben hazır değilim, hazır değildim sanırım…”, diye saçmalıyorum. Sonra telaşla kimse beni görmesin diye koşmaya başlıyorum. Küçük bir kız çocuğu gibi…Bebeğimi öyle huzursuz ve ürkek bir şekilde yürüyüp giderken görmek, yardım edememek, bırakıp gitmek, kalbimi acıtıyor. Bırakmak zorundayım tabii, hayati bu şekilde öğrenecek, bu şekilde sertleşecek. Her zaman yanında olup, yardım edemem. Kendine yardım etmeyi öğrenecek. Ama gel de bunu anne yüreğime anlat…

İşte tam o anda telefonum çalıyor. Oh canım arkadaşım, iyi ki aradın. Başka bir şey düşünmeye ve konuşmaya başladım, şimdi göz yaşlarım kurur. …En azından eve gidip bu satırları yazana kadar kendimi kurtardım…

06 Eylül 2010

Günde 3 Bardak Süt

Her yıl, yaş günlerini takip eden hafta, çocukları doktorlarına, yıllık kontrole gotürüyorum. Yıllık gerekli aşılarını oluyorlar, gelişimleri takip ediliyor. Her doktor kontrolünde, doktorları tekrarlıyor: Özellikle kız çocukları, günde 3 su bardağı süt içmeliler. Gelişimleri ve kemiklerinin yeterli Kalsiyum depolayabilmesi için bu gerekli. Zaman zaman ihmal etsem de, doktor kontrolleri sonrasında, tekrar motive olup her fırsatta süt ikram ediyorum. Sabah kahvaltısında, öğleden sonra ara öğünü yanında, akşam yatmadan önce…Kendim de hatırlayıp içmeye çalışıyorum. Size de hatırlatmış olayım…

04 Eylül 2010

Yasemin’in Doğum Günü Kutlamaları














Yasemin’in bu seneki doğum günü kutlamaları uzun sürdü. Kendisi de durup durup tekrarlıyor bunu memnuniyetle.

Önce hazırlık sınıfındaki öğretmeni, yaz doğumlulara haksızlık olmasın diye, bir gün seçip, sınıf içinde kutlama yapabileceğimizi söyledi. O gün sınıftaki tüm çocuklara hediye götürdük. Birer kutu tebeşir, köpük, kızlara birer kolye, erkeklere birer karanlıkta ışık veren kolyelerden. Tüm sınıfa dondurma aldık. “Herkesin doğum günü kutlandı, benimki kutlanamayacak”, diye üzülen Yasemin’indi dünyalar o gün. Hem de kardeşinin doğum gününden bir gün önce! Kardeşinin doğum gününde kardeşine olan ilgiyi kıskanmasın diye.





En yakın arkadaşlarından biri tatilde olunca bir hafta ertelemek istedi gerçek doğum gününü. Öyle olunca asıl doğum gününü ailecek kutladık, bir park ziyareti, ve dışarıda aile yemeği ile. Dönüşte de onun istediği bir şeyi almak üzere alışverişe gittik.

Büyük doğum günü kutlamasını ise Pump It Up’ta yaptık. Defne’nin de doğum gününü kutladığımız yer, pek çok çocuk gibi, Yasemin’inde favorisi. Zıplıyorlar, tırmanıyorlar, kayıyorlar. Fiziksel her turlu zorluğa bayılıyor Yasemin. Arkadaşlarına bayılıyor Yasemin. Herkes ama herkes yanında olsun, mutlu, memnun olsun istiyor.

Çikolatalı pasta yiyemiyor diye çilekli seçtim pastasını. Çok endişelendi, “Ben istemem, herkes çikolatalı seviyor, sen çikolatalı söyle gene!” diye. Bu yaşta, bu kadar kendinden verebilen bir çocuk daha görmedim.

Kızlara kolye yapma seti, erkeklere hayvan maketi yapma seti aldık bu sene.



Bu senenin değişik bir heyecanı, sınıfından sevdiği arkadaşlarını da davet etmemizdi. Okul tatil olduğundan, gelebilecekler mi diye çok endişe etti. Kimi çıkacağı tatili bir gün erteledi, kimi tatile çıkış saatini doğum günü ertesine ayarladı. Büyük önem vererek, çağırdıklarımızın hepsi geldi, kızımı ve beni çok mutlu etti. Çünkü bizde ailecek şartlarımızı zorlayarak da olsa, davet edildiğimiz davetlere katılıp, dostlarımızın sevinçlerine katılmak, kutlamalarına katkıda bulunmak isteriz. Acılarını paylaşmak kadar önemlidir bence, insanların iyi günlerini paylaşmak. Ne mutlu kendilerine verilen değeri hissedip, aynı hassasiyeti gösterebilen insanların hayatımızda olması.



30 Ağustos 2010

Yasemin 6 Yaşında!

Yan döndürdüm olmadı, rahat edemedik. Bana dön dedim, bacaklarını kırdım, komik bir görüntümüz oldu. Ayağa kalkmaya cesaret edemedim, biraz şöyle tarttım, Sinan uyardı,
“Sakın, belini incitirsen hiçbirimizin işine gelmez!”.
“Bebeğini taşıyamayan bir anne?”
“Bebek değil o artık!”.

Biraz buruluyorum. O bebeğim olmak istiyor, ben bebeğim olsun istiyorum, her zaman bebeğim o benim. Biraz büyükçe tarafından. Güzel olan, sadece kendi değil beyni ve kalbi de büyük. Öyle laflar ediyor, öyle analizlerde bulunuyor ki suratına bakıp kalıyorum. Anlamadım sanıp derin açıklamalara giriyor, “Hayır bebeğim, sadece ne kadar akıllı olduğuna şaşırıyorum.”, diyorum. “Sen neden bu kadar güzelsin biliyor musun? Çünkü senin hem aklın, hem kalbin, hem kendin güzel. Tek başına hiçbiri güzellik olamaz. Seninle ne kadar gurur duyuyorum, ne çok beğeniyorum, seviyorum biliyor musun? Beni çok mutlu ediyorsun.”. Gururla başını sallıyor. Sonra uzun biyoloji sorularına girişiyor. Hem kalbi, hem ciğerleri nasıl aynı yerdeymiş, ortadan gecen borunun adı neymiş….

Dayandım, 40 dakika, inatçıyım. Olmadı ama, bacaklarım çok uyuştu. “Bebişim, o kadar da bebek değilsin galiba, koltuğa geçer misin, bacaklarım çok acıdı!”. İsteksizce ayrıldı benden, televizyona daldı. Bir süre hayretle bakakaldım. Kocaman bir çocuk artık!Ih ıh, bebek değil artık kabul et Çiğdem, Yasemin 6 yaşında!

05 Ağustos 2010

İki Çocuk Annesi Olmak – 2




İki çocuk annesi olmak dünyanın en güzel şeyi değil. Çünkü, 3 çocuklular var, 4 çocuklular var, daha fazlasına sahip olanlar var. Bakmayın şu anda sürünüyorlardır, ama eğer iyi iş başarırlarsa, çocuklarını layıkıyla büyütürlerse, bir gün onlardan daha tatminkarı olamaz.

Hafta sonu, çocuksuz bir çift arkadaşımızla dışarı çıktık. Kanal kenarı, çok güzel görüntüleri olan, keyifli bir mekanda saatlerce stres olup durdum. Çünkü kızlar kavga ettiler, çünkü suya düşme risklerini aldılar, çünkü yüzen kazlara, ördeklere ekmek vermeye kalkışıp, çevredeki tüm doğal yaşamı restorana topladılar. Artık 30’lu yaşlarını sürmeye başlayan arkadaşım, “Çocuk sahibi olmaya korkuyorum”, dedi. “Biz çok rahatız, böyle alıştık çünkü. Hayatımı seviyorum.” Sesli düşündüm o anda. Ona, “Hayatta daha büyük bir tatmin olamaz”, dedim. “Hiçbir eser bu kadar tatmin verici olamaz, hayatin tamamlanıyor adeta…”

“Bir tane yapacağımda iki asla yapamam. Eşit sevebiliyor musunuz?”. “Hem de nasıl!” dedik ikimiz birden. “İkisi de çok önemli bizim için.”. Dedim ki “Hiçbir şeyi sahip olmadan anlayamıyorsun. Yaşaman lazım. Yasemin’i doğurmadan hayatta böyle bir tatmin olduğunu bilmiyordum, öğrendim. Defne’yi doğurmadan önce ise, Yasemin’in sevgisi çok büyük, birini daha nasıl bu kadar severim diyordum. Kalbim ikiye bölünecek, sevgim azalacak sanıyordum. Oysa bir çocuk doğururken, bir kalbim daha oluştu sanki. Kalbim bölünmedi, iki katına çıktı gibi geliyor. Öyle bir sevgi ki akmıyor, çağlıyor. Eskisinden de beter. Bazen beni aşıyor.

İki çocuk annesi olmak adlı ilk yazımı okuduysanız, bayağı bir yol aldığımızı görebilirsiniz. O zaman çektiğim sancılar, kalbimin büyümesi sancılarıymış. Simdi o sancılar çok azaldı, yerini bol kas ağrısına bıraktı. Peşlerinden koşarken, arkalarını toparlarken bol bol kaslarımı büyütüyorum şimdilerde.




04 Ağustos 2010

Bu Yaz





Bu yaz umduğumdan çabuk geçti. Hafta içi günlük işler ve kızların aktiviteleri ile geçti. Hafta sonları ise fırsatımız olduğunda dinlenmek istedik. Keyifli, şeker tadında bir yazdı aslında, hiç bir şeyi çok yapmadık, sıkılınca koşturduk, yorulunca dinlendik.

Defne’yi yazın başında Gymboree’nin yaz kampına yazdırdım. Haftada 2 gün, 2 saat oraya bıraktım onu. Okula hazırlık dedikleri, el becerilerini, harfleri öğrendikleri, bu arada sanat, jimnastik ve müzik yaptıkları bir kamptı. Zorla gidiyor ama her gittiğinde çok eğleniyor. Kendi yaşıtlarıyla buluşuyor ve bizden uzak sosyal yeteneklerini geliştiriyor, kendisi oluyor. Bu arada anne, Yasemin’le biraz baş başa vakit geçiriyor. Birlikte haftalık ev alışverişlerimizi yapıp, kalan kısa vakitte Yasemin’in isteğine göre ya kitapçıda dergi okuyup, kahve (Yase süt) içiyoruz, ya da ördekli göle gidip ördekleri besleyip, sonra sevdiğimiz alışveriş yerlerinde geziniyoruz. Bu arada Yasemin hiç durmadan konuşuyor. Beynim çok yoruluyor ama takip etmeye çalışıyorum, ne de olsa bizim özel zamanımız.

Yasemin ise bir hafta kampa gitti, bir hafta evde benimleydi. Buranın doğal bir parkında değişik konulu kamplar var, Yasemin bunlardan üçüncüsüne katılıyor şu anda. Konuları sırasıyla “Orman hayvanları”, “Böcekler ve Örümcekler” ve “Sürüngenler” idi. Şaşırmayın, benim kızlarım oğlan çocukları gibiler. İlgi alanları prenseslerle taşlı sapanlar arasında gidip geliyor. Bu kampa her gün 9 ile 3 arasında katılıyor. Tüm gün dışarıdalar. Haftanın temasına göre bilgi sahibi oluyorlar, sanat yapıyorlar. Bulundukları parkta, dere kenarında yürüyüşler yapıp, balık bile tutuyorlar, bahçe işleri öğreniyorlar. Bizim sokakta oynadığımız oyunları oynuyorlar. Kampın konusuna göre, konuşmacılar geliyor ve uygulamalı eğitim veriyorlar. Böcek temasında, tanıtım için böcek uzmanı gelmiş. Eline bir çok böcek alıp, sevmiş. Bu haftada doğal olarak sürüngen uzmanı gelecek. Her Cuma ise konuyla ilgili gezileri oluyor. Orman hayvanları haftasında hayvanat bahçesine, böcek haftasında, böcek gibi hissetmek için, tırmanma duvarı tesisine gittiler. Bu hafta ise, sürüngen ve deniz hayvanları müzesini ziyaret edecekler. Bunların dışında, bir hafta da benim inisiyatif kullanarak yazdırdığım pişirme ve seramik derslerine katılmıştı. Hazırladıkları yemekler fırında pişerken, onlarda oturup seramik boyuyorlardı. Çok hoşuna gitti, çok hoşuma gitti.

Evde oldukları zamanları değerlendirmek için, bir sürü aktivite malzemesi aldım. Fırsatımız oldukça oturuyoruz başına. Aslında o kadar meşgulüz ki, aldığım bir çok oyuna, bisiklete, oyuncağa, sıra gelmedi bile. Onlara birerde yaz çalışma kitabi almıştım. Yase ile okuma ve matematik çalışıyoruz. Defne ile de çıkartmalar yapıştırıp, genel bilgileri gözden geçiriyoruz. Vakit bulduğumuzda…




12 Temmuz 2010

Dağıldım


Yazın her şey daha kolay olacak sanıyordum. Yapacağımız çok şey vardı, okulun üstümüze yüklediği sorumluluklar yoktu. Daha keyfimize göre yaşayacaktık, daha çok şey yapacaktık. Yanılmışım..Çocukların okul hayati yoğundu ama yaz talilide bir şekilde yoğun başladı. Yaz okulları, her hafta değişen programlar, her günün akışına alışmak, programları birinden diğerine çevirmek, beni çok yordu.


Birde Defne’nin kolay bir donemi değil. Neden 2 yas bunalımları ünlü bilmiyorum, 3 yas bunalımları çok daha yoğun bana sorarsanız.

Tabii keyifli meşguliyetlerde var. Bu yaz ki aile tatilimizi planlamak, değişik bir ülkeye, üstelik riskleri de olan bir bölgeye , iki minikle gidecek olmanın gerektirdiği hazırlıklar. Çocukların önümüzdeki yıl okul düzenlemelerini yapmak. Okul dışı aktiviteleri için ön araştırma yapmak. Tabii Yasemin’in 6. yaş günü planlamaları…

Haftasonlarını iyi değerlendirmeye çalışmak. Bir de havaların bu sene yaz havasından çok kararsız bahar havalarına benzemesi yüzünden, planları sürekli revize etmek, yeterince havuz programı yapamamak mesela.

Düşünceler, düşünceler, düşünceler… Fena dağıldım ama toparlayacağım…

18 Haziran 2010

Bu Yazı Babalar İçin



Eşimin, çok çalışmaktan çocukları çok az görebiliyorum endişesi için, bir arkadaşı, merak etme eğer ihtiyaçlarını karşılar, iyi şartlar sağlarsan, seni takdir ederler, demiş. Çocukların anneye ihtiyacı var, biz olmasak da olur gibi bir yaklaşımda var, konuşmanın sonunda. Aslında birçok babadan benzer ifadeleri duyuyorum. Benim eşimin de aklına yatmış görünüyor. Bu yüzden bu yazıyı, artık okuyamayacak da olsa, babama ve çocuklarımın babasına ithaf ediyorum.

Babamla kısa sureli birlikte olabildim. Sanırım kaliteli zaman dediklerindendi, çünkü çocukluk anılarımın en güzelleri onlar. Bugünkü beni şekillendirdi.

Babam kendi çocuklarını severdi tabii ama, öyle çok çocuk sever bir insan sayılmazdı. Sanırım bu yüzden, benimle hep bir büyükle konuşur gibi konuşurdu, bu benim çok hoşuma giderdi. Başkalarının anlamayacağımı düşündüğü şeyleri, bana çok ilgimi çekecek şekilde anlatırdı. Sonra başımı okşardı. O kadar rahatlatıcı, güven ve huzur verici bir andı ki benim için, her şeyden korunduğum düşüncesi ile, her yerimi huzur kaplardı. Şimdi halen bugün, kendimi güvensiz hissettiğim zamanlarda, eşim başımı okşasın isterim, tekrar aynı huzura kavuşmak için.

Sevgisini doya doya gösteren, hele şımartan bir baba hiç değildi. Sevgisini farklı şeylerde görürdüm. Bana taktığı isimlerde mesela. İlk hatırladığım isimlerimden birisi Saçı Buçuktu. Saçım az olduğundan sanırım. Sonra Beş Beş oldum. Harçlık peşine düştüğümden. Çok öncesinde ise Kızi vardı.

Bir çocuğa uzak gelecek her şeyi, sevdirme başarısı vardı. Bebeklik yaşlarımda bile, babamın kucağında belgeseller izledim ben. İlgim dağılır gibi olduğunda, hemen yüksek sesle bağırır, parmağıyla işaret ederdi, “Vay anasına Beş Beş! Gördün mü aslanı nasıl hızlı koşuyor, ama antilop ondan da hızlı, dur bakalım ne olacak?”. İlgiyle bakardım, ne olduğunu anlamak için. Bugünkü, bebek beyni geliştirmek için hazırlanan, televizyon programlarından bile daha geliştirici idi, benim babamla interaktif izlediğim belgeseller. Sonra Pazar konserleri vardı bizim zamanımızda. Oturur onları izlerdi. Benim de ilgimi çekmeye çalışırdı. “Bak Çiğdem, Türk Marşı, iyi dinle bunu. Sonra, kendi yaptığı işlere katardı beni. Eve çalışmak için iş getirirdi ve beni de kolayca bir parçası yapabilirdi o işin. “Hım uyuyamadın mı, o zaman bana yardim et bakalım. Oradan bana Danimarka’yı bulabilir misin? Aferin Çiğdem sana, sen bayağı okuyorsun artık!”.

Benimle oyuncaklarla oynayıp, benim dünyama gelmedi belki ama, beni kendi dünyasına çekerdi. O zaman da zaten hiç özlemezdim kendi dünyamı.

Annemi kırardı, çok anlayamazdım o yaşımda, annem hırsla söylenirdi, bağırırdı babama, hiç cevap vermezdi anneme, asla bağırmazdı. Minnet duyardım ben babama, anneme hiç kötü davranmadığı için.

Nasıl yapardı bilmem ama, hep kontrollü durmayı başardı yanımda. Bana hiç bağırmadı, dayak atmadı. Bir kere arkama şaplak atmıştı, iki gün konuşmadım. Sonra gelip benden özür diledi. Öyle özlemiştim ki babamla vakit geçirmeyi, minnet duydum gene ona, bana ilk adımı attığı için. Bana o zamandan saygıyı öğretti, kendi kişiliğimi geliştirmeme yardımcı oldu.

Hayatı sorgulamaya başladığımda, “Dünya nasıl oldu?”sorusunu sordum bir gün. “Kafam çok karışık, nasıl oldu her şey?”. Sustu. Ertesi gün iki kitap getirdi. Birisi Kuran’ın, diğeri bilimin açıklaması. Benim yaşıma göre yazılmış iki küçük kitapçık. Oku, kendin karar ver dedi. Beni hep araştırmaya yönlendirdi. O zaman anladım, onun fikri dahi olsa, başkalarının fikrini takip etmek yerine, kendi fikirlerimi oluşturmalıydım. Bunun içinde önce, bilgi sahibi olmalıydım.

Ben 8 yaşında iken, başka bir evde yaşamaya karar verdi. Bizi bıraktığı için onu hiç affedemedim. İlerleyen yaşlarımda bir tartışmamızda ona sordum: “Benim için ne yaptın?”, “Sana genlerimi verdim.”, dedi sakince. Beni geçiştirdi gene diye düşündüm. Aldığım iyi genlerin değerini sonra kavradım. Aldıklarım sadece genler de değildi…


Hiç küfür etmedi yanımda, ne annesine, ne anneme sesini yükselttiğini duydum, sonsuz bir sabrı vardı bu konuda. Bir dolu eksiğinin yanında, benim için mükemmel bir örnekti. Serüvenciydi, gezgindi, doğa aşığıydı, meraklıydı, araştırmacıydı, sosyalistti, hümanistti, fotoğrafçıydı, koleksiyoncuydu, müzik insanıydı, hatipti, çok iyi konuşurdu, yazardı, çok çok okurdu. Simdi düşünürken fark ediyorum, babam, benim bugün olmaya çalıştığım her şeydi.

Bir baba, çocuk için maddi güvenceden çok daha fazlasıdır. Maddi güvencenin önemini küçümseyecek kadar romantik değilim ama, bir babanın asıl görevi çocuğuna güven duygusu vermektir. Anne belki çocuğa nasıl davranması gerektiğini anlatır ama baba çocuğuna bir rol modelidir. Çocuk babayı (anneyi de tabii) örnek alır, kız çocuğu babasına benzeyen bir eş seçmek ister, baba kızına kendine değer vermeyi öğrettiyse, ona değer veren, saygılı davranan bir eş seçecektir. Erkek çocuksa, ailesine nasıl davranması gerektiğini babasından görecektir. Sorumluluk sahibi bir babanın oğlunun, sorumluluk sahibi olması daha yüksektir. “Armut dibine düşer!” sözünün, çoğunlukla doğrulandığını düşünürüm.

Biliyor musunuz, düşünüyorum da, bunların hiçbirini sonradan veremezsiniz bir çocuğa. Çocuğunuza kazandırmak istediğiniz her şey gibi, bununda çok erken yaşlarda çocuğa verilmesi gerekiyor. Yani bence çocuk, kendi karakterini kişiliğini oluşturmadan önce, henüz yumuşak bir hamurken karışmalısınız bu hamura. Yoksa, başka başka etkileşimlerle gene yoğrulacaklar ama, o hamurun içinde sizden çok olmayacak. Treni kaçırmadan dahil olmak lazım bu karışıma.

Bunlar benim kendimle ilgili, en hatırlayabildiğim zamandan itibaren, babamla ilgili anılarım. O zaman anlayamadığımı, şimdi anlıyorum ve daha çok saygı duyuyorum. Bugün çocuklarınız minik olabilirler, ama bir gün yetişkin olacaklar ve bugün yaptıklarınızı o günkü yaşlarında hatırlayacaklar. Siz çocuklarınızın ilerde sizi nasıl hatırlamasını istiyorsunuz?


15 Haziran 2010

Çölde Tatil




(Gecikmiş bir yazıdır. Tatili yapalı 2 ay oldu.)

Okulların bahar tatilini fırsat bilip, çocuklarla güzel bir tatil yapmak istedik. Tembel tatili olmalıydı her şeyden önce. Gündüzleri kumsalda yatmalı, geceleri eğlenceyi kapımızın önünde bulmalıydık. Böyle bir tatili en yakın nerede buluruz diye düşündük taşındık, sonunda arabaya eşyalarımızı doldurup, bir çölün derinliklerine doğru hareket ettik.


Prensesler gibi karşılanan miniklerimizi, çabucak doyurabilmek için, eşyalarımızı odamıza yerleştirir yerleştirmez dışarı çıkıp, yemek yiyecek bir yer aramaya başladık. Saatin geç olması nedeni ile, çoğu bara dönüşmüş restoranı geçerek, koca piramidin içindeki Mc Donald’s a ulaştık. Mönü her zamankinden de olsa, hiyeroglif yazıları, mistik havası içinde, hepimiz için değişikti akşam yemeği. Koca sfenkslerin arasından geçip, Tutankamon’u selamladık ve otelimize geri donduk. Kalabalığın içinden geçip, gizli geçidi bulup, odamıza dönmek, büyük bir nimetti bizim için. Çok sorgulamadan, dördümüz birden mutlu bir uykuya daldık.






Sabah, tropik ağaçların gölgesinde ettiğimiz kahvaltı bizim için çok keyifliydi ama miniklerin sahile inme ısrarları yüzünden, kısa kesip,Mandalay Bay’in kumsalına indik. Haklarıydı, bütün yol boyunca gık dememişlerdi, bu kumsala erişebilmek için. Otele geç varınca, ertesi günü beklemek zorunda olmaya bile dayandılar. Bizde karşılığında, dileyin bizden ne dilerseniz dedik. İstedikleri gibi yan otelin tembel akan nehirlerine kendimizi bırakıp, şelalelerin altından geçtik. Denizin dalgalarında saatlerce kıkırdayan miniklerimize, saatlerce bakmaya doyamadık. Sonra, gizli otelimizin saklı havuzuna sığındık .





Çocuklar tam planladıkları gibi geç vakte kadar yüzünce, akşam yemek için gene çok geç bir saate kaldık. Allah’tan Venedik’te gündüzler uzundu, bu nedenle oraya vardığımızda gecenin farkına varmadık. Güzel yemeklerinin kokusunu içine çektiğimiz, İtalyan bir restoran da sıra beklerken, kanalların kenarında durup, şarkılar söyleyerek müşterilerini dolaştıran gondolcüleri izledik. Yemekten sonra, gizli kapımıza ulaşmak çok zor oldu ama, bir kere geçtik mi, gene konforlu odamızdaydık işte.



Ertesi gün, enerjimiz yüksekken bir aktivite yapmaya karar verip, Bellagio’nun muhteşem bahçelerine koştuk. Bahar temalı bahçe sergisine doyamasak da, karnimizin açlığı bizi otelin muhteşem büfesine doğru sürükledi. Dönüşte otelin sanat dolu koridorlarından dolaşarak arabamıza ulaştık. Gizli geçidimizden geçtik ve yine tropik havuzumuza ulaştık. Biraz dinlenip, Yasemin’in bayıldığı yan otelin sahiline gitmek üzere sözleştik.





Akşamki planımız biraz değişik. Ortaçağ Avrupası’na gitmek istiyoruz. Ortaçağ ne demek diye soruyor Yasemin. Uzun bir tarih dersine başlayıp içinden çıkamıyorum. Sonunda prensesler için yarışan şövalyelerin çağı deyip rahatlıyorum. Bir trene binip Ortaçağa hareket ediyoruz. Rengarenk mistik saraya varınca iniyoruz. Uzunca bir bekleyişten sonra, işte turnuva alanındayız. Birazdan elimizle yemek yiyip, şövalyelerin atlar üstünde hünerlerini izleyeceğiz. Bizim oturduğumuz bölüm nedeniyle tutmak zorunda olduğumuz Fransa kralı kazanıyor turnuvayı! En yakışıklısı, en karizmatiği de o zaten. Gönülden destekliyoruz. Biraz evvel bebek olan Defne, gerçek bir prenses oldu. Kollarını havaya zafer işareti şeklinde kaldırarak bize öğrettikleri gibi bağırıyor. Sonunda kızların içine sindiği gibi, beyaz atlı prens dünyayı kara atlı, kara kalpli şövalyeden kurtardı. Biz de enerjimizi sonuna kadar tüketmiş olduk, geri dönmek için can atıyoruz, ya da ben öyle zannediyorum. Kızlar dönmek için illa gene trene binmek isteyince, uzun bir yol yürüyüp, trenin son seferinin bittiğini görüyoruz. Oraya kadar yürümüşken, New York sokaklarında dolaşıp, dondurma yemeye karar veriyoruz. New York’un eski sokaklarındaki, New York usulü pizza yapan restorana bakıp iç geçiriyoruz. Çok tokuz çünkü ve bu çok sevdiğimiz pizzayı yiyemeyeceğiz.




Otelimize yürümemiz gerektiğini hatırlayıp, dönüşe geçiyoruz. Burada olup uzun uzun yürümemek mümkün değil, zaten oteller çok büyük. Gizli kapımızı geçince, ilk gördükleri kanepeye atıyor Yasemin’le Sinan kendini. Güvenlik kamerasından izleyenler, kim bilir kaç kere gördüler bu mutluluk anını. Gene hiç konuşmadan, sıkıntı çıkarmadan, yataklarımıza yerleşiyoruz. Çocuklarımın en problemsiz uyudukları zaman dilimi. Günden dolayı yorgun, ertesi günden dolayı heyecanlı…





Çok yorgunuz, havuzumuzu çok seviyoruz, fakat gitmek istediğimiz bir yer daha var, Endonezya… Bu koca yeri gezip soyu tükenen Komodor ejderleri dahil, egzotik bir suru su yaratığını gördükten sonra, Mandalay körfezine bakan bir Meksika restoranında yediğimiz en güzel Meksika yemeklerini yiyip, Margarita’larımızı içiyoruz. Artık hiçbir engel yok havuzumuza. Bugün biraz serin ama sıcak sularda kızlarımızın keyfi yerinde. Biraz üşüteceklerinden korkarak ama mutluluklarına değemeyerek izliyorum onları.





Akşamki niyetimiz gizli bir bahçe görmek, çok az sayıdaki beyaz kaplanları izleyip, özel bir yunus şovuna katılmak, ama uzayan havuz eğlencesi yine bizi geç bırakıyor. Bahçe kapanmış. Yemeğimizi yiyip, gene bir trenle tropik bir adaya gidip kadın korsanların, erkek korsanlarla savaşını izliyoruz.





Otelimize dönüşte, son bir kez bu bakmaya doyamadığımız, gene yapamadıklarımızın çoğunlukta kaldığı şehre bakıyoruz. Bir trafik lambasında duruyoruz, yanımızdaki volkan patlıyor. Lavları etrafa taşarken hareket ediyoruz, bir daha durduğumuzda yanımızdaki gölden fışkıran sular, Frank Sinatra’nın şarkısı eşliğinde dans ediyor: “Luck be a Lady tonight!”


Çok güzel bir tatildi. Gelmek için çölü aştık, çöle geldik ama değdi. Muhtemelen daha önce gitmediyseniz, çölde başıma güneş geçtigini, seraplar gördüğümü düşünüyorsunuz…Bütün bu yaptıklarımı ve çok daha fazlasını Las Vegas’da yapabilirsiniz. Çocuklarla Vegas tatili birçoğuna şüphelide gelse, özellikle bu yaş grubu için, yapılacak çok aktivitesi olduğuna karar verdik. Hele arada karşılaşmak zorunda kaldığımız, yarı çıplak dansçı kızların dansına bakıp, ne güzel bir yer, ne eğlenceli şık insanlar diye bakacak yaştalarsa ( ki Yasemin’in bire bir laflarıydı), hemen hemen hiç problem yok. Tek sakıncası, çocuk sahibi olduktan sonra nelerden vazgeçmek zorunda kaldığınızı hatırlayıp birazcık iç geçirmek...





02 Haziran 2010

Uğur Böceği


“Alex’in annesi olsa, izin verirdi kesinlikle”, dedi, birden durdum. Ben gerçekten sıkıcı bir anne miyim acaba? Her başka anneyi örnek gösterdiğinde geri adim atamam, ama bu sefer haklı galiba, diye düşündüm. Sık sık Alex’de, annem olsa izin verirdi, diyor.

Ben biraz Türk’üm bu konularda, yani çok titizleniyorum. Böcekleri ellemesinler, kertenkelelere dokunmasınlar, salyangozları rahat bıraksınlar istiyorum. Otların arasına girmesinler, yerlerde sürünmesinler de istiyorum. Benimleyken bana bozuluyorlar, üzgünüm sorumluluk bende, bunlarda benim kurallarım diyorum. Ama… Çok da burnunun dikine gitmemek lazım, çocuk da olsa onlara kulak vermek lazım, her şeye hayır deyip hayıra tepkisiz hale getirmemek lazım…Bu nedenle bir yandan araba kullanırken, derin bir nefes alıyorum ve “Peki!”, diyorum. Elinde uğur böceği ile, göz yaşları döken kızım, uğur böceğini evde besleme isteğine evet denmesine, sevinç gülücükleri ile cevap veriyor. Oysa, ben eminim o böceğin bizim tutsaklığımızdan memnun olmayacağına ve dahası ölebileceğine… “Sadece,” diyor” iki gün!”. “ Lütfen anneciğim, sonra bırakırız, o beni çok seviyor, bende onu, lütfen, izin ver”… Peki, diyorum, uğur böceğinin mahkumiyetine izin vermiş oluyorum. İçim huzursuz, hiçbir hayvanın mahkumiyetini istemeyen ben, bir yandan da ona bir hayvan almamın gerekliliğine inanıyorum. Akrabaları bile yok burada, bizim dışımızda birilerinin bağlılığına ihtiyacı var, ona bir canlının bağlanmasına….

Arabanın camlarını kapatıyorum…Eve varınca, içeri koşuyorum, bir plastik bardak alıyorum, içine bir gül, bir yaprak, biraz su damlası koyup, kızıma koşuyorum. Al bakalım uğur böceğine bir yuva. Böcek içine girince, üzerine alüminyum folyo kapatıp, delikler deliyorum. Ve böylece evimizde ilk gününe başlıyor sevgili uğur böceği.

Yasemin heyecandan evde zıplayarak dolaşıyor, kimleri çağırmalı böceğiyle tanıştırmaya, teyzesi ile ananesi gelebilirler mi?

Bu arada ben düşünüyorum. Kedi, köpek büyük sorumluluk, henüz alamam, peki ne uygun olacak? Biraz internetten araştırdım, forumlara bakındım, henüz bir karar veremedim. Hangi hayvan, 6 yaşına yaklaşmakta olan bir çocuk için en uygunu?

01 Haziran 2010

Bir Üçüncü Yaş Günü Partisi

Peki ne oldu yaş gününde, diye merak edebilirsiniz.

Zıpladık, hopladık, kaydık, hani derler ya çocuklar gibi şendik! İnsan çocuklarının doğum gününü böyle kutlamalı belki de, çocuklar gibi…

Düşünüyordum da birçok çocuğun aksine Defne doğum günlerinde çok iyi vakit geçirdi. Daha ilk yaş günü resminde kameralara kocaman gülümsemeleriyle yakalanmış. Bu seferki de çok farklı değildi, gene çok eğlendi. Önce anlam veremedi ama sonra anne ve babasının da, onunla zıplamasına bayıldı. Demek ki bu insanlar o kadar da sıkıcı değildi. Zaman zaman onun dünyasına ait olabiliyorlardı. Bu doğum günü bizim içinde çok keyifliydi. Bir başkasının doğum gününe gitmiş gibi, serbestçe dolaşıp eğlendik, kızımızla vakit geçirdik.


Az önce teşekkür kartlarını sipariş ettim. Kalıcı bir hatırayla, resimle teşekkür etmeye çalışıyorum. Tüm çocukların bir arada olan bir resmiyle. Biraz gecikmelide olsa, düzenlemeyi başardım kartları. Simdi de teslim zamanı yarında olsa, durup durup kontrol ediyorum çocuksu bir heyecanla, önceden hazır olur mu diye.




İyi ki varsın bir tanem, mis kokulu kuzum. Nice yıllara, sağlık, huzur, basari ve mutluluklarla. Ailen seni cooook seviyor.


NOT: Bu fotoğrafları çeken arkadaşım güzel anne Aysun Bayyigit’e teşekkür ederim.


LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...