19 Kasım 2010

Bir Kitap, Bir Hisse


Uzun zamandır bir köşeye bırakmak zorunda olduğum eski heyecanlarımı tek tek hayatıma çekiyorum gene. Bunlardan birisi kitap okuma sevgim. Bu satırları yazana kadar bahsedeceğim kitaptan sonra, iki kitap daha bitirdim. Yine de bu kitapta beni etkileyen bir cümleciği unutamadım, sizinle paylaşmadan edemeyeceğim.

Kitabi Türkçe’ ye çevirdiler mi bilmiyorum. The Help, Kathryn Stockett . Güney’de zencilere karşı yapılan ırkçılık üzerine bir kitap. 1960’larda geçiyor. Çok okuduk, izledik ama bu kitap değişik bir yönünü irdeliyor. Beyaz bebeklerin, zenci bakıcılarını. Kitabin kahramanlarından olan bir zenci kadın kendi kendine düşünüyor: “ Bu kadar çok sevdiğimiz, günün büyük bölümünü bedenimize yapışık olarak geçiren, ancak tenimizin kokusuyla, sıcaklığıyla sakinleştirdiğimiz bu melekler nasıl oluyor da bir gün büyüyüp bizimle ayni tuvaleti, ayni masayı, hatta ayni dolabı paylaşamayacak kadar bizden nefret ediyorlar?”

Bu eğitimsiz, ama hayattan gördüklerini yorumlayıp bilgiye çeviren, bilge zenci kahramanın çok güzel belirlemeleri var kitap boyunca. Bu belirlemelerden birisi var ki her gün aklımda, her gün kullanıyorum. Gün boyunca zenci dadısına bıraktığı 2 yaşlarındaki kızına, bakmak zorunda kaldığı zamanlarda, kızından sürekli yakınan ve aptallığından şikayet eden beyaz annesine içerleyen dadı, kendi kendine sorar: “ Sürekli annelerinden negatif eleştiriler alan bu kızlara, ben sürekli iyi şeyler söylersem nasıl bir sonuç alınır, nasıl bir kadın, insan yetişir? Ben ekliyorum nasıl bir toplum, nasıl bir hayat meydana getiririz? Farkında misiniz toplum bireylerini yetiştiren bizler, anneler sorumluyuz gelecekten. O günden başlayarak, hep güzel sözler söyler dadı miniğe. Bende şimdi her fırsatta, ama özellikle sinirlerime hakim olamayıp eleştirip, söylendiğimde çocuklarıma, hemen tekrarlıyorum kararlılıkla. “Sen çok güzelsin, çok akıllısın, çok yeteneklisin, çok iyi kalplisin, çok dürüstsün, sen olmasını istediğim her şeysin….”

17 Kasım 2010

Bugün Bayram


Bayram anılarımı düşündüğümde, gözümün önünde canlanan ilk anılar, tatili fırsat bilip şehirden kaçışlarım değil. Günlerce sevip okşadığım hayvanlara, acı çektirilmesini hiç sevmezdim, günlerce ağlardım ama, aile büyüklerini ziyaret edişlerimizi, tüm kuzenleri bir arada görmemizi, heyecanlı kucaklamaları, çay kokularını, tabak çatal seslerini halen keyifle hatırlarım. Sadece bayramlarda kullanma fırsatım olduğu askılı çantamı sık sık açar, topladığım paraları sayar, sekerlerimi kontrol ederdim. Bugün halen bu anılar içimi ısıtıyorsa, yüzümde bir gülümseme oluşturuyorsa, bu değerli anılardan çocuklarımın da olması gerekir diye düşünüyorum. Bu anıların zamanı şimdi, sonra geç olacak. Evet onlar bizim topraklarımızdan uzakta, başka topraklarda büyüyorlar, bu toprakların gelenekleriyle yoğuruluyorlar, ama bunlar onların atalarının, anne ve babalarının alışkın olduğu, coşkuyla katıldığı gelenekler değil, bu nedenle eksik kalacaktır diye düşünüyorum. Onları bütünleyecek olanlar atalarının gelenekleri.

Şimdiye kadar burada bayramlarımız bir telefon konuşması kadardı. Annemlerle konuşurken... Telefonda bayramlaşıyoruz, kimleri gördüklerini anlatıyorlar, selamlarımı, en yeni haberleri alıyorum. Kızlar okulda değil ise onlarda konuşuyorlar. Telefonu kapatmam ile bayramımız sona ermiş oluyor. Bazen buradaki Türk ailelerle bir restoranda yemek yiyoruz. O vakit genelde çocuklara küçük hediye paketleri hazırlıyorum.

Bu sene bayram hafta arası, şükran günü tatiliyle de çakıştı, herkes tatil hazırlığında. İçim rahat etmedi, ailecek bir Iran restoranında yemek yedik, adet olduğu üzere et,pilav ve ayran ile. Öncesinde ise onlara bayram hediyeleri aldım. Noel gibi heyecanla beklesinler, hatırlasınlar bayramlarını diye. Elimizi öptüler heyecanla, hediyelerini ve harçlıklarını almak üzere. Yüzlerindeki mutlu ve huzurlu ifade “Bugün Bayram” dedirtiyordu.

12 Kasım 2010

Prenses Dönemi Bitiyor mu?


Yasemin, kendisi seçmeye başladığından itibaren, hep bir prenses karakteri seçti kendine, Cadılar Bayramı için. Önce Ariel, Küçük Deniz Kızı idi, sonra Külkedisi, sonra Pamuk Prenses. Bu sene ilk kez farklı bir karaktere büründü. Bu sene leopar kızdı o. Bir kere daha verdi bana büyüyor olduğu sinyallerini. Hayatında bazı şeylerin değiştiğinin habercisi gibi. Defne ise gökkuşağı perisi oldu. Bana göre bir melekti.

Yasemin Cadılar Bayramı okul yürüyüşünde yalnız kalmadı. Babamız izin aldı ve o katıldı kızının yürüyüşüne. Defne’nin yürüyüşünde ise ben yıllar öncesinde gibi idim. Yasemin iki yıl yürüdü ayni yerde, bende ona el salladım ayni köşeden, resimlerini çektim aynen Defne’ninkini çekiyor olduğum gibi. Şimdi tecrübeli bir anneyim artık, Yasemin’de ne olacak, sırada ne var bilemiyordum. Şimdi biliyor olmanın rahatlığı var hareketlerimde. Defne hep yürüyüşlere katılıyormuş gibi, öyle rahat, öyle uyumlu ve mutlu idi. Önce ürkek bakıyordu el sallayan anne babalara sonra beni gördü rahatladı, pozlar vermeye başladı. Yürüyüşü takip eden sınıf partisinde de çok iyi vakit geçirdik kızımla. Birlikte oyunlara katildik, ödüller kazandık.

Defne’nin partisinden sonra Yasemin’in sınıf partisi hazırlıklarına koştum. Bir iki gönüllü anne ile sınıflarını süsledik. Sonra onu izledim sınıf aktivitelerinde.

Yasemin bu sene benimde kostüm giymemi çok arzu etti. Bense bir turlu kendime bir şey beğenemedim, vaktimde olmadı bakmaya. Son gün arkadaşlarımızla buluşmaya karar verince şeker toplamak için, son anda gidip aksesuarlar aldım. Kendimi bir cadıya benzetmeye çalıştım. Hazırlanıp karşılarına çıkınca heyecanlandım, nasıl olmuşum, neyim ben deyince ikisi birden aydınlık yüzleriyle atladılar kollarıma. “Cadısın sen, cadı olmuşsun! Bizde bizde sana benzemek istiyoruz, seneye bizi de senin gibi yapar misin?” dediler. Oh dedim beğendiler, daha iyi bir iltifat düşünemezdim. Onlar mutlu, ben mesut düştük yollara. Gelen çocuklar elleri boş dönmesin diye, kendi kapımıza şeker asmayı unutmadan.

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...