31 Ekim 2011

Kabaktan Fenerler






Bu dönemde çocuklar için düzenlenen aktivitelerden birisi de kabak oymak. Kabaklara korkunç suratlar oyularak bir tür fener hazırlanıyor. İsmi Jack-O-Lantern. Bu da Cadılar Bayramı dekorasyonu olarak kullanılıyor. 

Bu sene ilk kez kabak oyduk bizde. Organizasyonu düzenleyen arkadaşımız çok becerikliydi de alnımızın akıyla çıktık bu işten. Çocuklar kabak oymanın çok zahmetli, pis bir iş olduğunu anlayınca, en küçükten başlayarak birer birer içeri kaçtılar. Babalar zaten iş başlamadan bir mola verdiklerinden,  iş biz kahraman annelere kaldı. 

Kabakların içinden çıkan çekirdekler fırına verildi, sonra afiyetle yendi. Geleneksel olarak içinden çıkan kabak içini de kabak turtası yapmamız gerekiyordu ama biz turtamızı bu seferlik hazır almıştık.

30 Ekim 2011

Cadılar Bayramına Hazırlanırken




Küçücük dünyaları ne minik şeylerle heyecanlanıyor. Sabırsızlıkla bekliyorlardı. Nihayetinde yoğun programları içinde bir vakit bulduk. Geçen akşam yatmadan önce,  birara alıp bir köşeye koyduğum aktivite seti ile, kendilerine kapı süsü yaptılar. Aldığım diğer cadılar bayramı temalı çıkartmalarla oluşturdukları duvar süsleri ile oda dekorasyonları tamamlanmış oldu.

28 Ekim 2011

Sessiz Çığlık



Her sabah gözümü açar açmaz, Türkiye ile ilgili haberleri hızlıca tarıyorum cep telefonumdan. Benim hem ayılma metodum, hem de hekesin güvende olduğundan haberdar olmak istiyorum. Belki ailemden değil ama ülkemden haberler hep üzücü. Hele son dönemdeki şehitlerimiz, Van depreminin hikayeleri gözlerimi doldurup boşaltıyor sürekli. Annelerin akıl almaz fedakarlıklarına ancak yüreğimizde cevap buluyoruz. Özellikle geride kalan anne babalar için ve erken yaşta öksüz kalan çocuklar için, içim bir başka yanıyor. Hani okadar ki söz bile bulamıyorum söyleyecek, sessiz çığlıklar atıyorum. Hep dualarım o çocukların kendi annelerinden bile daha iyi bakılacakları ailelere gidebilmeleri…Çok sevgi görmeleri. ..Ya evladını kaybeden anne babalara ne dileyebilirim? Düşündüğümde içimden çıkan o sessiz çığlıklar… Allah sabır versin, o kocaman sevgilerini kullanabilecekleri güzel imkanlar versin. 

Hayat pamuk ipliğine bağlı. Bir sonrasında ne olacağını bilmemize ve kontrol etmemize imkan olmadığına göre, bu anı iyi yaşamalı. Ne yapmayı arzuluyorduksa şimdi yapmalıyız. Ne söyleyeceksek şimdi söylemeliyiz. Bu son şansımız olabilir.

24 Ekim 2011

Yine Yine Yeniden Kabak Tarlalarındayız!





Her sene burada resim çekiyorum, bir ara hepsini yan yana koyup bakacağım!





Hangisi Defne'ye daha çok benziyor?




Geçen hafta Salı günü Defne'nin okuluyla, Cumartesi'de Yasemin istedi diye kabak tarlasındaydık. 

Sanki bütün sene çalışmış, sonunda hasadımızı biçmiş gibi sevinç içinde, mısır tarlalarında koşturup, hayvanlarla şakalaşıp, geleneksel çiftçi oyunlarıyla şenleniyoruz. Sonra da kabağımızı seçip, evlerimizi güzelim turuncularla süslüyoruz. Çok yakında Cadılar Bayramını kutlayıp, tüm kötü ruhları defedeceğiz ve sıra Tanrıya şükretmeye gelecek…

16 Ekim 2011

Bir Mum Hikayesi

Sağ benim, sol Yasemin'in.





Ne zamandır istiyordum. Nihayetinde,  Yasemin ve ben, bir grup arkadaşımızla, mum yapmaya gittik. Mum mağazasının içi çok güzeldi, bize ilham verdi. 

Önce, mumun şeklini seçiyorsunuz. Yasemin'le Yin Yang felsefesinin sembolü şeklinde bir mum yapmak çok cazip geldi. Bu mumun, bir tarafını benim, diğer tarafını Yasemin' in tasarlıyacak olması bizi daha da heyecanlandırdı. Böylece, anne kız ikimizin tasarımı, bir mum şeklinde birleşecekti. Sembolün ortasındaki daireler yerine, kelebekler kullandık. 

Anne kız, yanımızda dostlarımız, neşeli bir sohbetle mumlarımızı yaptık. 

Şimdi çok güzel kokan, bakınca gurur duyduğumuz, yakmaya kıyamadığımız, takım çalışması bir mumumuz oldu.

Yasemin mumumuz için koku seçiyor.
Kırık mumlar ve kalıbımız


Herkes çalışıyor.
Yasemin işini çok sevdi.




Geldik yolun sonuna.



Bitmiş mumumuz, Yasemin'in notları ile.

Geride bıraktıklarımız.

12 Ekim 2011

Sonbahar







Bu sene bir hayli direndim, sonbaharı kabullenmedim, yaz hiç bitmesin diye diledim. Az evvel artık erkence kararmış havada, alışveriş yapmak için dışarı çıktım. Yağmur değmiş toprağın taze kokusunu, ciğerlerime çekerek arabaya bindim.  Islak asfalta yansıyan ışıkların görüntüsünü cd çalarımdaki Miles Davis'in ezgilerine pek bir yakıştırdım. Sonbahara hep Jazz yakıştırırım zaten. Yaza Latin ezgilerini…

Alışveriş sırasında, Yasemin'in bayıldığı cadılar bayramı dekorasyonuna burun kıvıracaktım gene ama, Yasemin'in nasıl büyük bir heyecanla, bir dekordan diğerine koştuğunu gülümseyerek hatırladım ve hiç değilse kendi odalarını dekore edebilmeleri için birkaç aktivite malzemesi aldım. Sonra bu sene cadılar bayramında şeker toplarken kullanacakları çantaların büyük olmasına karar verip çok güzel iki çanta beğendim onlara.  Gezerken kullanmaları için fenerde alsam mı acaba diye bakınırken birden oldu, içime sonbahar geldi.

 Ruhumla mevsimin örtüşmesiyle rahatlayan ben, eve dönüş yolunda, sonbaharda sevdiklerimi düşünüp durdum:

Havaların soğumasıyla içeriye taşıdığımız aktivitelerimizi, ailecek içeriye kendimize dönüşümüzü, yakınlaşmamızı,

Sıcak dost sohbetlerini ve yudumladığımız tarçınlı çayı, 

Dışarıda yağmur varken evde oturup dergi, kitap karıştırmayı,

 Kapalı havada tiyatroya gidip, 1-2 saatimizi bambaşka bir dünyada geçirmeyi.

Sonbaharda yoğun olan bir dolu şov arasından seçim yapmayı ve gitmeyi.


Cadılar bayramının güzel bölümünü yani güzel kostümler giyip bir geceliğine bambaşka bir döneme ait olmayı. Kızlarla birlikte kostüm seçmeyi.

Şükran bayramını.

Uykuya çekilirken bile güzellikler sunan doğayı….

Hoşgeldin sonbahar!

06 Ekim 2011

Haftanın Yıldızı







Benim sarı şekerim, her daim yıldızım Defne okulda bu haftanın yıldızı. Onu anlatan bir poster hazırladık pazar günü. Hergün okula sevdiği birşey götürüp paylaşıyor. Sabah açılışında, minik ellerinde oyuncağıyla öğretmen sandalyesinde bir oturuşu var ki, sınıftan ayrılmamak, o mutluluğunu doya doya seyretmek istiyorum. Yasemin' in yanında çokca ikinci planda kaldığından, onun birinci planda olduğu her zaman dilimi çok önemli. Benim kadar o da, son saniyesine kadar değerlendiriyor bu anları....


Bu hafta ilk paylaştığı oyuncağı deniz kızı.

04 Ekim 2011

Suçlu Kim?




Sizin hiç çocuğunuzda sürekli kızdığınız şeyler var mı? Yemek yemesine, yememesine, dağınık olmasına, konsantre olmamasına ya da kendi kendine giyinememesine kızıyor musunuz? Böyle bir problemde suçlu kim?

Bu sabah gök gürültüleri gibi gürledim yine. Bu peşpeşe kaçıncı sabah, sinirlerim altüst. Son derece sabırlı ve anlayışlı davranıyorum, bir sürü tatlı sözlerle ikna etmeye çalışıyorum, ödüller vaadediyorum. Hayır başaramıyoruz, evden geç çıkıyoruz. Son derece iyi niyetlerle başladığım sabahımız, hiç hayırlı bitmiyor, bir sinir, bir gerginlik, bir hayal kırıklığı. Kızıyorum, sabah motive edici olarak ortaya attığım, "Kim önce inerse mutfağa, onun istediği film izlenecek sabah kahvaltısı sırasında", fikrim her sabah kavgalara, ağlamalara neden oluyor. Düşündüğüm gibi, hızlıca hazırlanıp, masada mutlu bir gülümsemeyle beni beklemiyorlar. Ağlıyorlar, kim önce indi, niye ben kazanmadım diye. Daha orada başlıyorum sabrımı tüketmeye. 

Kahvaltı bir türlü bitmiyor, tüm hadi yiyin, 10 dakika, 5 dakika, 2 dakika kaldı telkinlerim sonuçsuz kalıyor…Ben beslenme çantalarını hazırlarken, hiç değilse başarsınlar, ayakkabılarını giysinler, arabaya binsinler istiyorum. Hangi ayakkabıyı giymeleri gerektiğini de söylüyorum. Geldiğimde aradan 10 dakika geçmis, şaşkınlıkla bakınırken görüyorum onları. İşte orada köpürüyorum, utanarak söylüyorum ki, hakaret ediyorum. Kafalarının çalışmadığını, akıllı davranamadıklarını söylüyorum. 

Bugün Yasemin'e, "Bana iki şekilde kötülük ediyorsun!", dedim. "Bir kendin hazırlanmayarak, birde küçük kardeşine kötü örnek olarak!". Bütün suçu küçücük omuzlarının üzerine yıktım. Yıktımda ne oldu, rahatladım mı? Hayır, çok ağırlaştım, ona kızıyor gibi görünüyorum ama aslında kızdığım başkası? Kim o başkası?

Hemen kafamdaki dedektife başvuruyorum:

Neden hazırlanamıyoruz? 
Bizim hazırlanmak için 1 saatten daha fazlasına ihtiyacimiz var.

Neden daha erken kalkmadık?
Çünkü çocuklar gene 10:00 da yatakta idi. O saatten sonra kendine vakit ayırmaya kalkan ben ise ancak 1.00'de. (Uykusuzluk aynı zamanda, çabuk dolan tolerans sınırlarımın suçlusu) 

Neden 9'da yatakta olamadılar?

Yasemin'in okuldan sonra, piyano dersi öncesi mini bir oyun saati, sonrasında ödevlerini bitirmesi, geç kalan babamızla hepbirlikte yemeğe oturma hevesimiz, yemek sonrası ödül olarak verdiğim TV saatinin, onların mutluluğuna kıyamadığım için, 1 saati geçmesi, saatin gecikmesine rağmen yine onları kıramayıp akşam duşunun yerine, küveti doldurmalarına izin vermem. 

Her akşam, buna benzer nedenlerle yatakta ancak 10'dan sonra olabiliyorlar.Sabah onları uyandırmak için yine aynı yumuşaklığımla yarım saat uğraşıyorum. Geriye kalan yarım saat hazırlanmalarına yetmiyor. 

Kararları kim veriyor?

İrade kimin elinde? Verilen yanlış kararların suçu kimde? Çoğunlukla BEN! 

(Eşimde birçok zaman vaad ettiği zamanda evde olmuyor.  Yemek geç yeniyor. Ev ödevlerine yardım sözü çok geç aklına geliyor ve yatması gereken saatte ders yapılacak diye tutturuyor. Tüm düzenimi bozarak beni zor durumda bırakıyor! Karadeniz kökenli biriyle evliyseniz, bazı zamanlarda edilgen olmaktan başka şansınız yok! Üzgünüm sevgilim seni korumak adına belirtmeseydim, bu yazıyı okuyup suçluyu buldum diye benim üzerime gelecektin!)

O zaman aslında kime kızdığımı biliyorsunuz! (Çokca BEN ve birazda eşime)

Suçu küçük omuzlara yüklemek suçluyu rahatlatmıyor. Problemi hiçbir zaman çözmeyecek. Dışarıdaki çoğu zaman zorlu hayata ufaklıkları hırpalayarak göndermenin, problemleri büyütmekten başka neye katkısı var? Eğer sizde birşeylere fazlaca kızıp, küçük insanlarınızı hırpalıyorsanız, içinizdeki dedektife başvurun! Suçlu kesinlikle bu küçük insanlar değil!

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...