27 Mayıs 2010

Doğum Günü Dengeleri




Kolay değil, çocuklar arkadaşlarının doğum günlerinde dahi, ilginin bir başkasının üzerinde olmasını kabullenemeyip, bütün hediyelerin bir kişiye gitmesine tahammül edemeyebiliyorlar. Birde bütün ilginin odak noktası, ve tüm oyuncakların sahibi, evden çok da çekemediğiniz bir kişi ise, çok üzüntü verici olabiliyor. Defne’nin doğum günü hazırlıklarında en çok dikkat ettiğim konu, Yasemin’in kutlamalara hazır olmasıydı.

Tüm ilginin kardeşinin üzerinde olacak olması, kardeşine bir sürü hediyeler gelecek olması, tabii ki Yasemin’i biraz üzecekti. Çok taviz vermeden, tatlı sert yaklaşmaya çalıştım. Çünkü her şeye rağmen gün, Defne’nin günü, bunu Yasemin’e zarar vermemek adına atlamam ise Defne’ye haksizlik olurdu. Yasemin’in de, daha küçük de olsa, bencil olmamayı, başkaları adına mutlu olmayı öğrenmesi gerekir. Açıkçası, bu konuda birçok yetişkinden olgun, başarılı buluyorum onu şimdiden. Bir arkadaşı ağladığında kolayca vazgeçebilir kendininkinden, ya da bir oyuncağını bir yerde unuttuysam, ben çok üzülünce beni teselli edebilir.

Her bir olaydan önce yaptığım gibi, Defne’nin partisini ve Defne’nin özel gününü, nasıl daha özel yapmamız gerektiğini anlattım önce. Parti hazırlıklarına katılmasını sağladım. Parti yerini onun secimi seklinde olmasını sağladım. Seçimlere onu da kattım, ama nihai kararın, Defne’nin olması gerektiğini de hep hatırlattım.

Çoğunlukla uyumlu davrandı, ama yaş günü yaklaştıkça huzursuzlaşmaya başladı. O zaman da yardımıma okuldaki yaş günü kutlamaları yetişti. Yasemin’in doğum günü yaza geldiğinden, sınıfta erken kutlama olasılığı doğunca, tam Defne’nin doğum gününden bir önceki günü, Yasemin’in sınıf kutlaması olarak seçtim. Böylece oda arkadaşlarına verilecek hediyeleri seçti, sınıfta özel bir günü oldu, ben tüm sınıfa dondurma götürdüm ve onlarla biraz vakit geçirdim. Hepsi, onun kendine, sevgimize güvenini tazeledi, geri planda kalmayacağını hatırlattı.

Defne’nin yaş günü günü, çok heyecanlıydı. Ben ablayım, bende parti sahibiyim diyordu. Tabii kuzum misafirlerimizi iyi ağırlayalım, Defne’de senden öğrenecek, dedim. Her adımda içini rahatlamak, ona görevler vermek gerekiyordu.

Parti sonrasında, onun için olabilecek en zor zaman, hediyelerin açılması zamanıydı. Yine de bu olayı Defne için geçiştirmeye içim elvermedi. Adetimiz olduğu üzere, hediyeleri salonun ortasına yığıp , Defne’yi yanına oturttum. Hediyeleri kendisi açmalı, sevincini doyasıya yaşamalıydı. Yasemin’in mutsuz suratını görünce, hadi ablası yardim et bize, bir kağıt kalem alıp, not tutar misin, kim ne getirmiş, dedim. Yüzü aydınlandı, hemen bir kağıt kalem edindi, başladı gayretle yazmaya.

Zaman zaman ona hediyelerin Defne’nin olduğunu hatırlattım, zaman zaman sevinmesi gerektiğini vurguladım, çünkü bir sure sonra ikisinin oyuncağı haline gelecekti ve paylaşacaklardı. Ona Defne’ye biraz sure vermesini öğütledim. Tabii onun da sabrı o kadar değildi. Sonunda Defne’nin yaşına fazla gelen hediyelerden birisini, çaktırmadan ona hediye ettik. Sonra çok iyi bir abla olduğu için, isterse ona balık alabileceğimi çıtlattım. Böylece arada damlasa da gözyaşları bir sele dönmeden kapattık günümüzü. Ertesi gün her şey normaldi!.

21 Mayıs 2010

Defne 3. Yaşını Dolduruyor!


Yaptığı haylazlıklara sinirlenip arada “Büyü artık Defne!”, diye bağırdığım oluyor ama, aslında büyümesine de için için hüzünleniyorum. Ne var ki zaman geçiyor ve onlar büyüyorlar. Defne’yle üç yıl önce tanıştık. Pembe beyaz bir prensesti daha ilk andan. İşte bu prensesin 3. doğum gününü kutlayacağız bu hafta sonu.

Biraz yoruldum sanırım, bu sene minik mi tutsak, dışarıda yapmak çok da masraflı hem, o parayla kısa bir tatil yaparız, ailecek vakit geçiririz, ya da yarısına Defne’yi bir oyuncak mağazasına sokup, bütçesi dolana kadar, istediği her şeyi almasını sağlayabiliriz, diyecek oldum. Eşim, masrafı düşünme, kaç yıl daha çocuk kalacaklar, eğlenebileceğimiz kadar eğlenelim birlikte, dedi. Hak verdim. Zaman geçiyor, ve geriye kalan en değerli şeyler, anılarımız.

Ben ev partilerini seviyorum. Evde olmasa dahi ,kendi şekillendirdiğim, icat ettiğim partileri… Bu sene eşim, yeter artık, senin de eğleneceğin bir parti olsun, yorulma, dedi. Çünkü ben genelde partiye hazırlanırken eğlenirim, ama parti sırasında bir hayli yoruluyorum. Hizmet etmekten, misafirleri ağırlamaktan, her şeyi organize etmekten, meleklerimin ne yaptığını kaçırıyorum, onlarla vakit geçiremiyorum. Bu nedenle bu sefer Defne ile eğlenebilecek olma fikri cazip geldi. Bu sene sıkça gittiğimiz parti yerinde, onlarda kendi partilerinin yapılmasını istediklerinden, secim yapmak zor olmadı. Hep birlikte gidip zıplayıp, eğleneceğiz.

Parti için yinede bir tema seçmeliydik tabii ki. Bu sefer temaya pastadan gitmeye karar verdim. Pastayı yaptıracağımız yere gidip, Defne’yi yükseğe monte edilmiş pasta katalogunun seviyesine kaldırdım. Sünger Bob partisi istiyordu ama, seçiminden emin olmak için, Dora Diego’yu, prensesleri ve Tinker Bell’i gösterdim. Tinker Bell’in benimde çok beğendiğim dizaynını görünce, Defne fikrini değiştirdi. Hepsinin üzerinde onu beğendiğine emin olmak için, birkaç şaşırtmalı soru sorup, emin olduktan sonra, pastamıza dolayısıyla temamıza, karar vermiş olduk.

3. yaş partisi, genelde çocuğun yaşıtlarıyla yaptığı bir partiden daha çok, tüm dostların bir araya geldiği bir parti halini alıyor. Bu nedenle, katılacak çocuklarında yaş ve cinsiyet grubu geniş bir aralıkta. Sonuç olarak, onlara vereceğimiz hediyeleri(goodie bag) dikkatle seçmem gerekti. Ne olursa olsun Tinker Bell’le bir ilgisi olmalıydı. Kızlara, Tinkler Bell boyama aktiviteleri buldum. Ona birde Tinker Bell dudak parlatıcısı ve yüzüğü seti ekledim. Erkeklerin Tinker Bell’e çok rağbet etmeyeceklerini bilerek onlara Peter Pan boyama aktiviteli kitap aldım, yaratıcılıklarını kullanabilecekleri şekillendirme çubuklarından koydum. Peter Pan resmi olan bir torba bulamadığımdan, Tinker Bell’in rengi olan yeşil kağıt keseler kullandım. Büyük erkek ve kız çocuklarına da gene yaratıcılıklarını kullanabilecekleri birazda hüner gerektiren setler aldım. Böylece parti hazırlıklarımın en büyük bölümünü bitirmiş oldum. Şimdi o güne kadar herkesin sağlıklı kalması ve çok eğlenmesi için dua ediyorum.




19 Mayıs 2010

Bahar Aktiviteleri

Burada oldukça soğuk ve bol yağışlı bir bahar geçiriyoruz. Bahar bu sene gelmemekte ısrarlı.Oysa daha baharın ilk günü başlamıştık biz onu kutlamaya.

Bahara girerken, değişiklik olsun diye, Nevruz’u kutladık bu sene. Çok eskilerden beri, atalarımız, yeni yıl bayramı olarak kutlarmış Nevruz’u. Bir çok Türk topluluğu halen böyle yapıyor. Yeni yılın baharla başlaması da çok mantıklı gerçekten, yeni bir uyanış, yeniden canlanış, her şey baharla başlamıyor mu? Bu nedenle Nevruz’u buradaki paskalya kutlamasıyla birleştirdik. Çünkü iki adette de benzerlikler var. Yumurta boyamak , yumurtanın başlangıcın sembolü olması gibi… 21 Mart günü, birkaç arkadaşımızı davet ettik. Çocuklar için bir yumurta avı hazırlamıştım. Bu defa değişiklik olsun diye, gece avı yaptırdım, fosforlu yumurtalar almıştım. Yumurta avından önce, biz büyükler bahçede ateş de yaktık, üzerinden de atladık. Baharın gelişini, bildiğimiz her adette kutladık.

Bir bahar geleneği olarak, her yıl kızlara yumurta boyatırım. Genelde bir küçük parti yapıp, arkadaşlarıyla boyardık, hatta geçen sene Türkiye’de idik, adeti yine de bozmadık, oradaki arkadaşlarıyla toplanıp boyamıştık. Hatta ben götürdüğüm boya setini kaybedince, akıllı arkadaşım gıda boyasını önermişti de, çocukların hayal kırıklığına uğramasını, son anda önlemiştik. Her sene farklı bir teknik deniyoruz, bu sene fırçayla boyanacak boyalardan aldım, üstüne simde doktuk, çok hoşumuza gitti. Yılda bir kere yaptığımız, küçük, yaratıcı ve eğlenceli bir aktivite bu.


Bu bahar, yeşillenen doğayı gözlemleyebilmek için, uzun araba sürüşleri yaptık kızlarımla. Çiftliklerin yanlarından geçerken atları, inekleri, koyunları selamladık. Onların aklına uyup, gökkuşağı avına bile çıktık, bir gün tam 4 tane saymayı başardık.

Sonra, bahar olup da uçurtma uçurmamak olmaz dedim, hayatında hiç uçurtma uçurmamış ben, hayatında hiç uçurtma uçurmamış eşime uçurtma aldırdım. Uçurtmamızı monte edip, ilk elverişli havayı bekledik. Kolay gelmedi, ama gelince fırsatı kaçırmadık ve hepimiz hasta olduğumuz halde, uçurtmamızı kapıp parka koştuk. Ondan beride arada deniyoruz, henüz uçuruyoruz diyemeyeceğim, uçurtmanın yerdeki saatleri havadaki saatlerinden çok oluyor bir şekilde, gene de ailecek yaptığımız neşeli bir aktivitemiz oldu. Uçurtmaya laf dinletemediğimizde, rüzgarı suçlayıp, top pesinde koşuyoruz.

Bu sene diğer bir telaşımız, Yasemin’in bisiklete binmeyi öğrenmesi. Küçük bisikletinde çalışmasının doğru olacağına karar vermiştim. Geçenlerde yardımcı tekerlikleri çıkardım. Birkaç uğraşıdan sonra dengesini sağlamayı başardı. Ben de söz verdiğim üzere, dün yeni büyük bisiklet aldım ona. Bu da çok büyük geldi, düşme korkusunu üzerinden atamadı henüz. Onun küçülen bisikletine göz diken Defne’nin heyecanı da çok hoş. Bir gayret, ilk oturuşta başardı kontrolü eline almaya.

Bahar gelince mutlaka tebeşir ve balon yapmak için köpük stokumuzu da yenilerim. Bu iki aktivite her zaman bir boşluğu doldurabilir. Eğer hava güzelse ve uzun uzadıya bir aktivite yapacak vakit, hal yoksa, garajın kapısını açıp, ellerine tebeşirlerini veriyorum. Her yeri küçük resimleriyle doldurana kadar bırakmıyorlar, sonra köpük peşinde koşuyorlar. Bu kolay ve eğlenceli iki aktivite her zaman elimin altında.

Biz elimizden geleni yaptık bahar, hadi son 2 haftan, sende göster artık kendini!

07 Mayıs 2010

Ne Mutlu Anneyim Diyene!



Babaları onlar için hediye düşüne dursun, kızlarım bana bugün, en güzel hediyeleri verdiler bile.

Günüme Defne’nin gittiği yuvadaki ufak bir törenle başladım. Minikler bize anne ile ilgili bir şarki söylediler. Birlikte kek yedik ve öğretmenleri miniklerle birlikte hazırladıkları hediyeleri sundular. Minik bir çantacık üzerine el izleri basılmıştı, birde kart boyamışlardı. O el izlerine ben zaten bayılırım, biterim, öpmek gelir içimden. Yalnız şimdilik Defne, benim için hazırladığı hediyeden ayrılamadığından, hediyeme tam kavuşmuş sayılmam.

Yasemin’de okuldan getirdi hediyesini. Minik saksı dekore etmişlerdi, üzerine kağıttan bir çiçek ekleyip, üstüne de kendi resimlerini yapıştırmışlar, güzel çiçeklerimiz olmuşlar.

Hazırlanmış çok hoş da bir kart var. Yasemin sesli okumamı istedi, başaramadım. Gözyaşlarına boğulmama anlam veremedi, anneciğim dedim, o kadar mutluyum ki şu anda, sevinçten ağlıyorum.

Kartın üstündeki şiirde, İngilizce olarak şunlar yazıyor:

SIHIRLI ANNEM
Benim annem bir sihir.
Nedenini biliyor musunuz?
Belki tahmin edebilirsiniz.
Çok küçük ve sıkı bir kördüğümü bile çözebiliyor.
Eğer kakaom çok sıcaksa ya da sekeri azsa
O hemen saniyede problemi çözüyor
Bir çocuk yetiştirmenin en az iki anne gerektireceğini düşünebilirsiniz.
Yok hayır efendim
Benim annem ikimize de bakıyor: hem babama hem bana….
Sevgiler, Yasemin


İçinde ise kendisi şunları yazmış:
Anneler günün mutlu olsun. Sen annelerin en iyisi, en güzelisin. Sevgiler, Yasemin.

Hemen söyleyeyim, bu iş gittikçe güzelleşiyor. Onun kendi düşüncelerini, kendi el yazısıyla yazdığı bu satırları, titreyerek okudum.


Ben okulda hazırlık yapacaklarından habersiz, ondan bana bir kart hazırlamasını istemiştim. Disney’in ebeveynlere yönelik dergisindeki bir yarışmadan esinlenerek, kartın içine ben de ve benimle yapmayı en çok sevdiği şeyleri yazmasını istedim. Bir amacım da sevdiği şeyleri öğrenip, daha çok yapabilmek, o yönde hatıralar oluşturabilmek.


Kartın üzerine şunları yazmış:

Seninle yapmayı en sevdiğim şey birbirimizi öpmemiz. En unutulmaz anım, bu sene sınıfıma yardımcı olarak katıldığın zamanlar. (Bu bana gittikçe zor gelen bir zaman dilimiydi, ama bu satırları okuyunca, o iş birden hafifledi kafamda şimdi, çocuğuma unutulmaz anılar veriyormuşum, o halde değdi.) ve 23 Nisan toplantısında ben ip atlarken bana katılmış olman.

Bu kadar güzel övgüden sonra içimden bir tek şey geçiyor: “ Ne Mutlu Anneyim Diyene!”.

06 Mayıs 2010

Annenin Zamanı (Anneler Gününüz Mutlu Olsun!)

Her uçuşta mutlaka gözüme takılır ve beni düşündürür.“Tehlike anında düşen basınç maskelerini lütfen önce kendinize, sonra çocuğunuza takın.” . Çok basit bir mantıkla, anne babaları uyarıyor. Çünkü içgüdüsel olarak yapmak isteyeceğimiz ilk şey, yavrularımızı kurtarmak olacak. Peki kendimiz boğulurken, çocuklarımızı nasıl kurtaracağız? Ancak kendimizi güvenceye alırsak, onların güvenliğini de sağlayabiliriz. Peki normal hayat akışında bu durum farklı mı? Mutlu olmayan bir insan, mutlu çocuklar yetiştirebilir mi?


Etrafımda içgüdülerinin tuzağına düşen bir çok anne var. Kendim de sıklıkla bunlardan birisi oluyorum. Kimse benim çocuğumu benden çok düşünemez, kimse ona benim kadar iyi bakamaz, kimse benim kadar ne yapılacağını bilmez, dahası onlar bensiz yapamaz. Önce çocuklarımızın bizsiz yapamayacağına inandırıyoruz kendimizi,eşimizi ve çocuklarımızı. Sonra kendimizi esir gibi hissedip, kendimiz için hiçbir şey yapmadığımıza sıkılıyoruz, onların bizden isteklerinin bitmediğinden, bizsiz bir şey yapamadıklarından yakınıyoruz, boğuluyoruz.


Kim bilir kaç kere kendimi boğdum? Boğulurken etrafımdakileri de çektim.Birkaç kotu tecrübeden sonra artık semptomları biliyorum. Ne zamanki evdeki bağrışmalar artıyor, kızlarımın yaptığı yaramazlıkların içindeki espriyi göremiyorum, onlarla dans etmeyeli bir zaman olmuş, oyunlarına katılmıyorum, daha kötüsü, şükürlerimin yerini şikayetler almış, yaşananların negatifliklerine konsantre olmuşum pozitiflerinden çok, anlıyorum ki boğuluyorum. Fark eder fark etmez, kafamda o resmi donduruyorum, kendim dışına çıkıp bakıyorum ve hayatımdaki eksiği görmeye çalışıyorum.


Aileme faydalı olabilmek için, kendimde ön plana koymam gereken şeylerin listesini yaptım:

Uyumak : 6 yıldır az uykuyla idare ettiğimi düşünüp, sevinmeye başlamıştım ki sağlık problemlerim oluşmaya başladı. Hangi doktora gittiysem az uyuduğumu söyledi. Az uyumak bağışıklık sistemini düşürüyor, sinirleri yıpratıyor. Üstelik borcunuzu bire bir geri ödemeniz gerekiyor, yani 5 saatlik eksiği ertesi gün bir saat fazla uyuyarak ödeyemiyorsunuz, erken yaşlanıyorsunuz. Oysa ailenizin genç bir anneye ihtiyacı var, sağlıklı bir anneye ihtiyacı var, sabırlı bir anneye ihtiyacı var. Bu benim edinmeye çalıştığım yeni bir alışkanlık, erken yatmak.

Spor : Spor yapmanın sağlığa etkilerini biliyoruz. Çocuklarımızın hareketli olmaları sağlıklı, bu yüzden onlara bol bol aktivite yaptırmalıyız. Peki kendimiz yeterince aktif değilken bu nasıl olacak? Sonra onların spor yapan sağlıklı bireyler olmaları için iyi örneklere ihtiyacı yok mu? En çok kime bakıyorlar? Üstelik negatif enerjimin en çok biriktiği zamanda bana en iyi gelen şey spor yapmak. Oksijen içime girmeye başladığı andan itibaren çok daha olumlu ve çözümcü düşünmeye başlıyorum.

Kendime bakim: İtiraf edin güzel göründüğünüzde kendinize saygınız artmıyor mu? Ya çevrenizdekilerin size bakışları nasıl değişiyor? Buna çocuklarınızda dahil. Hem kendimi daha iyi hissetmek, gözlerimi ellerimden ya da saçlarımdan kaçırmamak için, hem de kızlarımın önünde iyi bir örnek olabilmek için buna da inatla çaba harcamaya çalışıyorum. Benim gibi çok süslenmeyi sevmeyen biriyseniz, ona vakit ayırmak da zor gelecek ama bir kere oraya vardınız mı, çıkınca uzun süre mutlu oluyorsunuz.

Eşimle bas basa vakit geçirmek: Tabii en sevdiğim aktivitem, çocukları bırakıp baş başa yemeğe çıkmak. Belki Türkiye’de ailesine yakın yaşayanlar bilemezler, ama burada aile yardımından uzak yaşamaya alışmış bizler, kendimize göre bir yaşam tarzımız var. Biz her şeyiyle tek başına ayakta durmayı başarmak zorundayız. Bu yüzden midir bilmem, bazı arkadaşlarım eşleriyle baş başa aktivite yapmak gerekliliğini unutmuş durumdalar. Çoğu çocuğunun varlığının yemeği etkilemediği yönünde. Ben farklı düşünüyorum. Çocuğunuz etrafınızdayken annelik rolünüz her şeyin üzerine çıkıyor. Kendinizi en doğal halinizle, dişi halinizle yaşamanın bir yolu yok. İçimizdeki dişiyi öldürmenin çocuğumuza faydalı olacağına da inanmıyorum. Çünkü çocuğunuz sizin hayat arkadaşınız değil, onlar kendi ayakları üzerinde durup, vakti geldiğinde ayrılmak üzere bize emanetler. Bir gün gelecek ve kendi yaşamları olacak, oysa bizim yaşamımızın yoldaşı eşlerimiz. Ailecek yenen yemeklerin, birlikte geçirilen vakitlerin keyfine doyum olmuyor tabii ama baş başa geçirilecek özel zamanların da tadı farklı. O zaman annelik kimliğinden çıkıp, gerçek ara verdiğimiz zaman. El ele tutuştuğumuz, bazen birbirimizin kulağına gizli şeyler fısıldadığımız, tekrar gençleştiğimiz, çocukların yaşına uygun olur diye endişelenmeden seçimlerimizi yapabildiğimiz zaman. Bölünmeden konuştuğumuz, gizli korkularımızı açtığımız, gene biz olduğumuz zamanlar….İstediğim sıklıkta yapamıyorum ama düzenli olarak programlamaya gayret ediyorum. Üstelik onlarda masaya otur, yemeğini ye, baskıları olmadan yaşıtlarıyla oynayıp, pizza yedikleri ve hafta sonu sineması seyrettikleri bir yere gidiyorlar. Bırakmamıza kızmıyorlar ama niye erken geldiniz diye kızıyorlar.


Arkadaşlarımla vakit geçirmek: Arkadaşlarla geçirilen bir kaç saatin, bir kahve üzerine yapılan sohbetlerin, psikolojimiz üzerine faydalarını konuşmaya gerek var mi? Buna ek olarak kendimizi zenginleştirmek için keyifli bir fırsat. Çocuk yetiştirmek sadece onları iyi besleyip, temiz bakmakla sınırlı değil. Dışarı açık olacaksınız, beyninizi çalıştıracaksınız, kendiniz dolduracaksınız ki, dönüp çocuklarınıza en iyi fırsatları sunabilin.

Hobilerime zaman ayırmak:

Tabii ki blogum basta olmak üzere, bazen buraya uygun olmayanları defterime, yazıyorum. Bu benim kafamda taşıdığım yüzlerce düşünceyi başka bir medyaya dökmemi sağlıyor. Ve genellikle yazdıklarımı okuyunca, problemler o kadar da önemli gözükmüyor.


Eğer eşim evdeyse (genelde geç vakitlere kadar çalışır), ve ben gerçekten gün içinde çok bunalmışsam, bir saat izin isteyip kitapçıya koşuyorum. 1 kahve, baharatlı Hint çayı ya da beni o anda mutlu edecek bir atıştırmalığa karar verip, dedikodu ve bayan dergilerine dalıyorum.

Kitap okumayı sevdiğimden bir kitap kulübüne katildim. Ayda bir toplanıyoruz, ortak seçilen bir kitabi okumuş okuyoruz, ya da hepimiz çocuklu kadınlar olduğumuzdan gayret etmiş oluyoruz. Çünkü genelde bitmiyor. Birazcık kitap üzerinde, bolca günlük problemlerimizden konuşup, şarap içip, rahatlıyoruz. Benim için, ayin kitabini almak bile keyifli bir zaman dilimi. Kendime değer veriyor hissediyorum.O kitapçıya girip, alacağım kitabin ismiyle raflara yaklaşmak, yeni kitapların kokusunu içime çekmek, son çıkan kitaplara kısaca göz gezdirmek, kapaklarını okşamak, okunabilecek yeni şeyler keşfettiğimde kalbimin hızlanması, hepsi özel tecrübeler ve kitap kulübünün baskısı olmasa ayda bir bile yapamayacağım belki.

Gönüllü isler yapıyorum. Bu benim için, içinde bulunduğum topluma bir geri veriş. Hiç bir karşılığını beklemeden yaptığım bir iyilik. Bunun ruhu temizlediğine, ve olumlu bir şekilde çocuklarıma ve bana döneceğine inanıyorum. Üstelik gene çocuklarıma iyi örnek olduğunu düşünüyorum. Bazı şeylerin karşılığı sadece iç huzurudur ve sizi tamamlar.


Daha çok hobim olabilir, ama şu andaki durumuma bu kadar sığıyor. Çok gibi görülebilir. Oysa bir kere sisteminizi kurdunuz mu, haftada ortalama birkaç saatinizi harcayarak hepsini yapabiliyorsunuz. Tabii şartlar elverdiğince.Önemli olan ipin ucunu kaçırmamak, her şeye rağmen gayret etmek.


Bunları yaptığımda ne oluyor peki? Ruhum doymaya başlar başlamaz, çocuklarımı düşünmeye başlıyorum.Beni bunaltan kızlarıma, gün boyunca verdiğim tepkileri düşünüp üzülmeye, vicdan azabı çekmeye başlıyorum, biraz ezik, ama bolca sevgi dolu geri dönüyorum. Kavuşmamız muhteşem oluyor.
NOT: Bu yazıdan sonra yeni bir bölüm eklemeye karar verdim. Zaman zaman kendime ayırdığım zamanlar hakkında da yazacağım. “Annenin Zamanı” etiketi altında okuyabilirsiniz.

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...